AHMET ANAPALI: "OSMANLI TOKATI NASIL VE KİME ATILIR?"
Teröre kucağını açan Abd’ye “Reis” aynen şöyle dedi;
“Türkiye’nin teröre gösterdiği tepkiye tahammül edemeyenler bizim teröre teslim olmamızı istiyorlar. Bu nasıl bir Nato ortaklığıdır?
Diyor ki bir Amerikalı General;
Türkiye bizi vurursa çok sert karşılık veririz” anlaşılan o ki bunlar, ömürlerinde hiç Osmanlı tokadı yememişler.
Belki de Abd’ye karşı Cumhuriyet tarihinin en sert ve “racon” kesen açıklamasını bugüne kadar bu sözleriyle “Reis” yaptı.
İyi ama nedir bu Osmanlı Tokadı? Kimler kimlere karşı uygular? Dünyanın en etkili yakın dövüş tekniklerinden biri olan bu tokat tekniği nasıl oluştu?
Osmanlı askeri, her rakibi ciddiye almaz bazen değil kavga etmek, rakibinin yüzüne bile bakmazdı. Ama illa ki kavga etmesi gerekirse ve rakibini halâ küçük görüyorsa kılıcının kesmeyen tarafıyla vurur, onu “adam yerine koymadığını” anlatırdı.
Osmanlı ordusu, çok dinamik ve çok donanımlı bir orduydu. Orduda “Azep” denilen yalın kılıç koşarak en önden giden ve karşısına çıkan her zorluğu gücü ve dövüşteki hüneri ile geçen çok dinamik birlikler mevcuttu.
İşte bu birliklere ve karşılığı bugün Özel Harekat Komandoları, ya da Özel Kuvvetler Komutanlığı denilen Akıncı birliklerine adam seçmek “onlu” yaşlar gibi çok küçük yaşta yapılırdı.
Bu birliklerde vazife yapması için On yaşında seçilen bir çocuk, önce mutfağa gönderilir, mutfakta çok uzun bir süre sadece hamur yoğurturulurdu. Mutfakta belli bir kıvama gelen ve bilek yapısı kol kasları aylarca hamur yoğurduğu için şişen ve kaslanan genç, bir süre sonra askeri kışlaya çıkartılır ve orada yine sadece çıplak elle ve avuç içi ile mermer dövdürülürdü.
Hamur yoğurarak kaslanan, mermer dövülerek nasırlanan ve sertleşen avuç içinin, bir süre sonra çok sıcak ve çok soğuk su ile yani “şoklama tekniği” ile sinir uçları öldürülürdü.
Böylece dışarıdan sadece bir el ve avuç içi gibi görünen o şeyler esasında düşmanı bir vuruşta öldürebilecek birer silah haline getiriliyordu.
Osmanlı Tokadı’nda asıl detay, şiddette değil vuruş tekniğinde idi. Yani, kol dirsekten değil omuzdan sallanacak, parmaklar tokat esnasında açık olacak ve başparmak burun kemiğinin üzerinde, şerçe parmağının içi kulak içinde olacak, avuç içi ise alt çene kemiğinin üst çene kemiği ile eklem yaptığı yerde olacaktı.
Osmanlı Ordusunda bulunan bir Azep Askeri ya da bir Akıncı, eğer bir vuruşta rakibini öldüremiyorsa, boynunu kıramıyorsa ya da bayıltamıyorsa başarılı bir Osmanlı tokadı atmış sayılmıyor, amirleri tarafından azarlanıyordu.
Peki, kendisinden başka kimseye saygı duymamayı hayat felsefesi olarak gören batı dünyası bu tokatın tadına baktı mı?
Cevap; Onlarca defa…
Kosava’da, Niğboluda, Varna’da, İstanbul’un Fethi’nde, Mohaç’ta, Preveze’de, Kurtuluş Savaşı’nda ve yüzlerce karşılaşmamızda defalarca tadına baktı bu Osmanlı Tokadı’nın. Fakat, görünen o ki, son doksan senedir biz;
Yurtta Sulh, Cihanda Sulh.
Felsefesi ile kabuğumuza çekilince kendilerini köpeksiz köyün değneksiz gezen serserisi sandılar.
Eyvallah. Sıkıntı yok. buyursunlar. Afrin burada, Türkiye burada, Osmanlı Tokadı
burada, ve en önemlisi;
“ÖLÜRSEM CENNET BENİM KALIRSAM DEVLET BENİM” diyen Osmanlı’nın şanlı torunları burada.
Gelin ve 90 senedir almadığınız Osmanlı Tokadı istikakınızı alın…