BİR HİKÂYEN VAR MI BRO!

Geçmişe dair hatırladığımız o kadar çok husus var ki yazsam hikâye olur diyenlerdenseniz çok şanslı bir nesildensiniz demektir.

Çocukluğunu doyasıya yaşamış, top oynarken kolunuzu bacağınızı incitmiş; saklambaç oynarken daha iyi saklanabilmek adına çalılara girdiğiniz için ellerinizi çizdirmiş, kanatmış; çamursa oynadığınız için annenizden bir kamyon dolusu azar işitmiş iseniz şimdi arkanıza yaslanıp keyfini çıkarabilirsiniz.

Bizler şimdi yerinde öğretmenevi ve bir ilkokul olan eski mezarlığı kendimize oyun bahçesi olarak seçmiştik. Bazen açılıp kapatılmış eski mezara düşer incinirdik, bazen bilmeden üstüne basar ve mezar sahibini incitiriz diye parmağımızı ısırır, üstüne basardık. Mahalledeki ağabeylerimiz öyle derdi, batıl bir inanç olduğunu sonradan öğrensek de iyi birer öğrenendik.

Kiraz ve elma bahçelerine girer, izinsiz toplardık; yalanımızı yırtılan gömleğimiz ve dudaklarımızın kenarlarında kızaran bozaran renkler ele verirdi.

Televizyonlar henüz tek kanallı idi, siyah beyazdı ekranlar. Hayatımızı tam manasıyla ele geçirememişti. Çocuklar için uyku saati gibi bir uyarı yoktu çünkü belli bir saatten sonra ekran karıncaların hayat hikâyesini anlatırdı.

Sosyal medya yoktu ancak her birimiz alabildiğine sosyaldik. Sokakta ve caddede hep birileriyle hemhal idik. Mahallemize gelen yabancıya efelenmezdik. Bir dost sıcaklığıyla sarılır, oyunumuza ortak ederdik. Klavye mücahitliği ya da klavye delikanlılığı moda olmamıştı o zamanlar, biz de klavye mücahidi de değil, sokak fedaisi de değildik.

Her arkadaşım gibi ben de okul çıkışlarında ve yaz tatillerinde bir yerde çalışırdım. Okul çıkışlarında simit satar,  yaz aylarında çay bahçesinde çalışırdım. Yol, yemek, sigorta ücreti yoktu ama canti kıyafetler, özenle taranmış ve şekil verilmiş tabiri caizse cilalı saçlar ile hem çalışır hem de ev ekonomisine katkıda bulunurdum. Kazandığımız paranın pek bir hükmü yok ama çalışmanın ne demek olduğu, paranın nasıl zorluklarla kazanıldığı bizim için paha biçilemez bir kazançtı. Üstelik o canti halimize bir bakardık, bir de akşamüstleri sanayide çalışan arkadaşlarımızın yüzü gözü yağ içindeki hallerine… Ancak kimse kimseyi yadırgamaz, yargılamaz; arkadaşlığın gerektirdiği tüm sıcaklığımızla birbirimizi kucaklardık.

Bizler çocukluğu ve ilk gençlik dönemini böyle geçiren bir nesildik ve bunlara dair anlatılacak ne çok hikâyeler biriktirdik. Oturup sabahlara kadar birbirimize bu hikâyeleri anlatabiliriz. Laf lafı açar, eski günler bir pembe hayal gibi odamıza önce, sonra çevremize güzel bir koku gibi yayılır.

Gelelim günümüz çocuklarına ve gençlerine!

Anlatacak ne hikâyeleri olabilir diye düşünüyorum. Oturup bir masa etrafında bir şeyler anlatsalar birbirlerine yıllar sonra ne derlerdi acaba?

-      Hatırlar mısın, pub-ci oynarken arabanın arkasındaki adamı sen söylemeseydin nasıl fark ederdim. İyi ki söyledin bro!

-      Gece babama ders çalışıyorum diyerek cep telefonundan sabaha kadar seninle sohbet etmiştik, hatırlıyor musun?

-      AVM’ye sabah bir girdik, akşama kadar dolanıp durduk. Ne güzeldi değil mi?

-      İnternet sitelerinde büyük indirimler vardı, birini yakalayıp ne çok kıyafet almıştık.

Böylesi ve bunlara benzer daha niceleri…

Hayat hikâyeleri canlı, toplumun kanayan yaralarına merhem olmayı amaç edinmiş, küçük de olsa bu uğurda adımlar atmış gençleri özlüyoruz ve biliyoruz yeni nesil böyle bir nesil.

Birilerinin çizdiği o kirli çerçevenin içine girmeyecek, yeni çerçeve çizecek, çizdiği çerçeveye insaniyeti, iyiliği, güzelliği, adaleti sığdıracak bir nesil özlediğimiz. Ağlayanla ağlayan, gülenle gülen bir gençlik…

Her karış toprağı için can vermiş şehitlerini bilecek, her karışı için yeniden can verecek sevgiye sahip, bayrağının al rengine sevdalı bir gençlik…

Vatana sevdalı olan, vatan sevdasını İHA, SİHA, Uzay Teknolojisi, Robot, Robotik Kodlama, Yerli Otomobil, Çevreye ve insana duyarlı yenilikçi teknoloji ile gösteren azimli bir gençlik…

Komşusu açken tok yatmayı kendine ar edinen ve Zeynel Abidin (ks) gibi sırtında yoksula, işsize, aç kalana, yolda kalana, yetime, öksüze erzak taşıyacak; fakirin sofrasına ortak olacak değil, fakirin sofrasını zenginleştirecek bir gençlik…

Nerede bir mazlum varsa onlarla birlikte gözyaşı dökecek, onların gözleri yaşarmasın diye daimi faaliyetlerde öncülük yapacak aksiyoner bir gençlik…

Çok mu şey istiyorum. Hayır, çok değil! Bu memleketin çocukları yüzyıllardır tüm insanlık için bu saydıklarımı ve bunların daha daha fazlasını yapmıştır. Bundan sonra da yapmaya devam edecektir.

Bu nesil kim ne derse desin destan yazacak bir nesildir!

Onların gözlerine çekilen perdeyi sıyırmak için,

“SEN NE YAPIYORSUN BRO?”