petshop
kurtköy escort

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu 2023 deneme bonusu veren siteler

RAHMET DOLU HER ANI, ÇOK ÖZLEDİK RAMAZANI

Gündem 02.05.2019 - 16:15, Güncelleme: 10.02.2023 - 01:39 2946+ kez okundu.
 

RAHMET DOLU HER ANI, ÇOK ÖZLEDİK RAMAZANI

19 Mayıs İlçe Müftüsü Emin PATAN yaklaşan Ramazan Ayı münasebetiyle bir makale kaleme aldı. Müftü PATAN makalesinde şunları ifade etti:
Özledim o solgun, nurlu tenleri, Günahtan arınmış, ak bedenleri, Rahmân Cemâline, aşk çekenleri, Hoşgeldin.. Ey onbir ayın sultanı.  “Muhterem Kardeşlerim! Sevgili Peygamberimizin ifadeleriyle evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş olan, rahmet kapılarının ardına kadar açıldığı, cehennem kapılarının kapandığı, şeytanların zincire vurulduğu bir ay olan Ramazan Ayı başlamak üzere… Öncelikle Rabbimiz bu müstesna zamana ulaşmayı, hakkıyla değerlendirmeyi bizlere nasib eylesin… Geçen yıl bu güzel günlere kavuşup bu sene aramızdan ayrılan kardeşlerimize Mevlam rahmet eylesin… İnşalllah bu yazımızda Ramazan Ayı hakkında Diyanet İşleri Başkanlığımız Din İşleri Yüksek Kurulu’nun Oruçla ilgili fetvalarını sizlerle paylaşacağım. Kardeşlerim! Belirli bir süre yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durma, perhiz yapma ya da belirli yiyecekleri yememe, sükût etme, ağzı ve kulağı yalandan ve kötü sözden koruma vb. şekillerde yerine getirilen oruç ibadetine hemen bütün dinlerde rastlanır. Mesela Yahudilikte en önemli oruç, kefâret günü (Yom Kipur) orucudur.  O gün yahudiler bir yıl içerisinde işledikleri hatalardan ötürü duydukları pişmanlığı dile getirerek Tanrı’dan af dilerler. Günümüz Hıristiyan dünyasında başlıca iki çeşit oruç vardır. 1. Şükran orucu. Her hafta pazar günü icra edilen Evharistiya töreninden (ekmek-şarap âyini) önce alkollü içki içmemek şeklinde eda edilir. 2. Kiliseye mensubiyet oruçları. Bu oruçların en önemlisi ve uzun sürelisi Hz. Îsâ’nın çölde kırk gün boyunca tuttuğu orucun hâtırasını yaşatmak üzere IV. yüzyılda başlatılan ve Paskalya’dan önceki kırk güne denk gelen oruçtur. İSLAM DİNİNDE ORUÇ İslam’dan önceki dinlerdeki oruçlara bakıldığı zaman bir pişmanlığa binaen tutulan oruçlar olduğu görülür. Oysaki bizim Yüce Dinimiz İslam’da oruç bir pişmanlık neticesi yerine getirilen bir ibadet değildir. Bilakis Rabbimizin “O (sayılı günler), doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur’an’ın indirildiği ramazan ayıdır. Artık sizden kim bu aya yetişirse onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, başka günlerden sayısınca tutar. Allah sizin için kolaylık istiyor güçlük çekmenizi istemiyor. Sayıyı tamamlamanız, sizi doğru yola iletmesine karşı Allah’ın ululuğunu dile getirmeniz ve umulur ki şükredersiniz diye (uygun hükümler gönderiyor). (Bakara 185)” emri gereği yerine getirilen bir ibadet olup Peygamberimiz’in  Mekke’den Medine'ye hicretinin 18. ayının başlarında, Şaban ayında farz kılınmıştır. İslam tarihinde Hz. Peygamber ve Müslümanların tuttukları ilk oruç, Aşura Orucudur. Aslında Âşûrâ orucu, Medine'deki yahudiler tarafından tutulmaktaydı. Onlar Âşûrâ gününü bayram olarak kutluyorlar ve o günü oruçlu geçiriyorlardı. Muhtemelen Hz. İbrâhim'den kalma bir gelenek olmalı ki, câhiliye döneminde başta Kureyşliler olmak üzere bazı Arap kabileleri de bu orucu tutmaktaydılar. Hatta Peygamber Efendimizin hicretten önce Mekke'de Âşûrâ orucu tuttuğu gibi hicretten sonra Medine'de de bu orucu tuttuğu rivayet edilmiştir. Efendimiz Medine'ye geldiğinde yahudilerin Âşûrâ gününde oruç tuttuklarını görünce onlara bu orucu neden tuttuklarını sormuş, yahudiler, Allah'ın Musa Peygamber ve İsrâiloğulları'nı bu günde kurtardığını, Musa Peygamber'in o günde şükür maksadıyla oruç tuttuğunu, kendilerinin de bu konuda Hz. Musa'ya uyduklarını söylemişlerdir. Allah Resûlü de, “Biz Musa'ya sizden daha yakınız ve bunu yapmaya daha lâyıkız.” diyerek Müslümanlara Âşûrâ gününde oruç tutmalarını emretmiştir. Allah Resûlü ile birlikte Müslümanlar da Ramazan orucunun farz kılındığı zamana kadar Âşûrâ orucu tuttular. Ramazan orucunun farz kılınmasından sonra artık Âşûrâ orucunu tutmak, insanların arzusuna bırakıldı. Hz. Âişe bu süreci şöyle anlatmaktadır: “Kureyşliler câhiliye döneminde Âşûrâ günü oruç tutarlardı. Sonra Resûlullah da (sav) bu orucun tutulması emretti, tâ ki Ramazan orucunun farz kılındığı zamana kadar. (Ramazan orucu farz kılınınca) Resûlullah (sav), “(Âşûrâ orucunu) dileyen tutsun, dileyen tutmasın.” buyurdu. Allah Resûlü'nün yahudilere benzememek için müminlere tek gün değil Âşûrâ gününe Muharrem'in dokuzuncu veya on birinci gününü de ekleyerek en az iki gün oruç tutmalarını tavsiye ettiği de rivayet edilmiştir. Peygamber Efendimizin ne zaman oruç tuttuğunu rivayet eden İbn Abbâs'ın da, “Dokuzuncu ve onuncu günleri oruç tutarak yahudilere muhalefet ediniz.” dediği nakledilmiştir. Dolayısıyla Resûl-i Ekrem'in yahudileri taklit etmemek ve hurafelerinin İslâm bünyesine girmesine engel olmak için sadece Âşûrâ günü değil, Muharrem'in dokuz ve onuncu ya da on ve on birinci günlerinde oruç tutmalarını tavsiye ettiği anlaşılmaktadır. Nice kullar, mâbetlerle barışır, Nice insan, meleklerle yarışır, Allah nidâları, arşa karışır, Hoşgeldin… Ey onbir ayın sultanı. Medine yıllarında Hz. Peygamber ve ashâbı oruç ibadetini bu şekilde yerine getirirlerken, Ramazan orucunu emreden ilk âyetler inmiştir: “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (meselâ, fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”  Bu âyetler, müminlere belli bir esneklik ve muhayyerlik tanımıştır. Buna göre hasta ya da yolculukta olanlar Ramazan orucunu daha sonraki bir zamanda tutabilirlerdi. Bir süre sonra ilâhî hikmetin gereği olarak oruç ibadetinde yeni bir düzenleme yapılmıştır. Oruç âyetindeki, “ve ale'llezîne yutîkûnehû” (oruca gücü yetmeyenler) ifadesi, hem oruca güç yetiremeyenler hem de zorlukla güç yetirenler anlamına gelmektedir. Bu nedenle ilk zamanlarda sahâbe-i kirâmdan dileyen oruç tutmuş, dileyen ise tutmamış ve bunun yerine tutmadıkları gün sayısınca fidye vermiştir. Daha sonra ise, “...içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin...” âyetiyle oruç ibadeti Ramazan ayına erişen herkes için farz kılınmıştır. Böylece bir önceki âyetlerde de belirtilen yolculuk ve hastalık durumu dikkate alınmış ve bu durumdaki kişilerin sıhhate veya yurduna kavuştuklarında orucu kaza etmelerine ruhsat verilmiştir. Yine oruç tutamayacak durumda olanlar için (yolculuk esnasında) oruç yükümlülüğünü kaldırmıştır. Hamile ve çocuk emziren kadınlara da (daha sonra tutmaları için) ruhsat vermiştir.”  Buna göre Ramazan'da hasta olanlar, hamile ve emziren bayanlar tutamadıkları günleri Ramazan'dan sonra kaza ederler. Oruç tutamayacak kadar yaşlanmış veya iyileşmeleri söz konusu olmayan hastalar ise oruç tutmanın mânevî zevkinden mahrum olmaktadırlar. Onların bu mahrumiyetini kısmen de olsa telâfi etmek için Yüce Allah fidye vermelerini emretmiştir. Oruç ibadetinde üçüncü bir değişiklik daha yapılmıştır. İlk zamanlarda Ramazan orucu tutanlar gece uyumadıkları müddetçe yiyebiliyor, içebiliyor, eşleriyle birlikte olabiliyorlardı. Ama uyuduklarında bu fiiller kendilerine sonraki günün akşamına kadar haram oluyordu. Bir gün Kays b. Sırma adındaki sahâbî yorgun argın evine geldi. Namazını kıldıktan sonra uyuyakaldı. Uyandığında sabah olmuştu. O zamanki uygulamaya göre, gecenin bir vakti uyunduğunda artık bir şey yiyip içilemiyordu. Kays yorgunluğunun üstüne aç bir hâlde sabaha çıkmıştı. Peygamber Efendimiz Kays'ı bitap bir hâlde görünce sordu: “Ne oluyor, seni çok bitap görüyorum?” Kays ise olanı biteni anlattı. Yorgunluğun ve açlığın üstüne iftar edemeden ikinci günün orucuna başladığından dert yandı. Benzer bir olay da Hz. Ömer'in başına gelmişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu âyeti indirdi: “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah, kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tevbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.”  Bu âyetle artık Ramazan orucu bugünkü şeklini almış oluyordu. Bu âyetlerin inişinden sonra sahâbe-i kirâmdan bazıları ilk zamanlarda imsak vaktinin tam olarak ne zaman olduğu konusunda tereddüt yaşadılar. Âyetteki beyaz ve siyah iplik ifadelerinden ne kastedildiğini tam olarak anlayamadılar. Onlardan imsak vaktinin gerçekten beyaz ve siyah ipliklerle belirlenebileceği kanaatinde olan, beyaz ve siyah ipliği yastığının altına koyanlar da vardı.22Kaynaklarımızda bu konu ile ilgili aktarılan bilgiler sahâbenin bu konudaki ilginç girişimlerini ve Peygamber Efendimizin onları kırmadan, gücendirmeden nasıl eğittiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Cömert sahâbî Adî b. Hâtim anlatıyor: “'... Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin için...'  âyeti nâzil olunca bir beyaz bir de siyah ip aldım. Onları yastığımın altına koydum, (ama) aralarını ayıramadım. Bunu Resûlullah'a (sav) arz ettim. Efendimiz güldü ve 'Yastığın gerçekten geniş ve uzunmuş! Ondan kastedilen sadece gece ve gündüzdür.'dedi.” Hz. Peygamber Ramazan orucu dışında da ashâbını bazı günlerde oruç tutmaya teşvik etmiştir. Bu şekilde sair zamanlarda da orucun sabır, paylaşma ve ibadet ikliminden istifade etme fırsatı doğmuştur. Dolayısıyla bu günler, inananların Rablerine karşı hatalarını telâfi etmeleri için bahşedilmiş lütuflardır. Bu anlamda Allah Resûlü Ramazan ayından sonraki Şevval ayında oruç tutulması ile ilgili olarak, “Her kim Ramazan orucunu tutar, sonra buna Şevval ayında altı gün daha eklerse bütün yıl oruç tutmuş gibi olur.” buyurmuştur. Allah Resûlü ashâbına her ay üç gün oruç tutmalarını tavsiye ediyordu. Bazen kamerî ayların on üç, on dört ve on beşinde de oruç tutmalarını istiyordu. Bu günlere dolunayın parlak olmasından dolayı ak günler (eyyâm-ı bîd) denilirdi. Sözünü sakınmadan söylemesiyle bilinen Ebû Zer'den nakledilen hadiste şöyle buyrulmuştur: “Resûlullah (sav) ayın on üç, on dört ve on beşine denk gelen ak günlerde (eyyâm-ı bîdde) oruç tutmamızı bize emretti.” Ebû Hüreyre'den nakledilen, “Bana dostum (Resûlullah) (sav) üç şey tavsiye etti: Her ay üç gün oruç tutmak, iki rekât kuşluk namazı kılmak ve uyumadan önce vitir namazı kılmak.” şeklindeki rivayetten de Allah Resûlü'nün bir ay içinde üç gün oruç tutmayı tavsiye ettiği anlaşılmaktadır. Hz. Âişe'ye de, “Allah Resûlü ayın hangi günlerinde oruç tutardı?” diye sorulunca da, “Allah Resûlü orucu ayın hangi gününde tuttuğuna çok aldırmazdı.” cevabını vermiştir. Hz. Peygamber, pazartesi ve perşembe günlerinde oruç tutmayı da tavsiye etmiştir. Hz. Âişe'nin naklettiğine göre, Allah Resûlü pazartesi ve perşembe oruçlarını dört gözle beklerdi. Resûlullah'ın, “Ameller pazartesi ve perşembe günleri Allah'a arz olunur. Ben amelimin arzı sırasında oruçlu olmayı isterim.” ve “İnsanların amelleri pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere her hafta iki defa arz olunur ve her mümin kula mağfiret buyrulur. Yalnız din kardeşi ile aralarında düşmanlık bulunan kul müstesna! (Onlar hakkında), 'Bu iki kişiyi (barışa) dönünceye kadar bırakın ya da geciktirin, denilir.” RAMAZAN KELİMESİNİN MANALARI Ramazan “yanmak” demektir “Ramaz” kelimesi güneşin sıcaklığının şiddetinden gayet kızmasıdır ki böyle pek kızgın yere “ramda” denir. “Ramazan” “ramda” mastarından “yanmak” manasına gelir. Yani kızgın yerde yalın ayak yürümekle yanmak demektir. Bu aya “Ramazan” denmesinin bir sebebi; bu ayın günahları yaktığıdır. Bu ayda açlık, susuzluk hararetinden ıstırap çekilir. Veyahut oruç hararetinden günahlar yakılır. (Elmalılı Hamdi Yazır) Ramazan “yağmur” demektir Yaz sonunda güz mevsiminin başlangıcında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına gelen “Ramadiyu” masdarından gelir. Bu yağmur yeryüzünü yıkadığı gibi şehr-i Ramazan da ehl-i imanı günahlardan yıkayıp kalplerini temizlediği için bu isim ile isimlendirilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır) RAMAZAN AYININ ÖZELLİKLERİ RAMAZAN AYI KUR’AN AYIDIR Sene milâdi 610. Kâinatın Efendisi kırk yaşında. Peygamberimizin yıllardan beri devam edip gelen bir âdetleri vardı: Her senenin Ramazan ayını Hirâ Dağının tepesindeki mağarada tefekkür, ibâdet ve duâ ile geçirirdi. Burası sesiz ve sâkindi. Tefekkürüyle başbaşa kalması için en müsâit yerdi. Cemiyetin bozuk havasından sıkılan mübârek ruhları burada âdeta teneffüs ediyor ve huzur buluyordu. Ömr-ü Saadetlerinin bu kırkıncı senesinin Ramazan ayını da aynı şekilde Hirâ'da ibadet ve tâatla geçirecekti. Hanımı Hatice-i Kübrâ'nın hazırladığı azığıyla Hirâ Dağına doğru ilerliyordu. Kâinat, o anda âdeta Efendisinin attığı her adımı hürmetle takib ediyor ve derin bir sükûnete gömülü duruyordu. Fakat, bu sükût ve sükûnet mânâsız değildi. İbret ve hikmetle doluydu. Kâinatın Efendisi, artık sesiz, sâkin ve İlâhi tecelli mazhariyetine erecek Hirâ Dağının tepesindeki mağaradaydı. Burada ibadetiyle, tâatıyla, duâ ve tefekkürüyle meşguldü. Ramazan ayının on altı gecesi geride kalmıştı. Ve Ramazanın on yedisi Pazartesi gecesi idi. Nur Dağı derin ve mânâlı bir sessizliğe bürünmüştü. O civarda her şey de onunla birlikte sessiz ve sâkindi. Konuşulacakları kimbilir dinlemek, söylenenleri âdeta duyabilmek eşsiz mazhariyetine ermek için... Konuşacak olan ile dinleyene belki de hürmet için... Gecenin yarısı geçmiş idi ve sabah vakti girmek üzereydi. Vahiy meleği Cebrâil (a.s.) en güzel bir insan suretine bürünmüştü. Vahiy meleği Cebrâil (a.s.) Kâinatın Efendisine göründü. Tatlı fakat gür bir sadâ ile hitap etti: "Oku!.." dedi. Kâinatın Efendisini hayret ve korku sardı. Yüreği ürperiyordu! "Ben okuma bilmem!.." diye cevap verdi. Hazret-i Cebrâil, kendilerini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra, tekrar, "Oku!.." diye seslendi. Fahr-i Kâinat aynı cevabı verdi: "Ben okuma bilmem!.." Hazret-i Cebrâil, ikinci kere Kâinatın Efendisini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra yine seslendi: "Oku!.." Bu sefer Fahr-i Kâinat: "Ben okuma bilmem, söyle ne okuyayım?.." dedi. Bunun üzerine melek, Allah'tan aldığı ve Resûlüne teslim etmeye geldiği Alâk Sûresinin ilk ayetlerini başından sonuna kadar okudu: "Yaratan Rabbinin ismiyle oku. O Rabbin ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku. Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretendir." Kâinatın Efendisi bizzat konuştuğu lisanla nâzil olan âyetleri kelimesi kelimesine tekrar etti. Artık, inen âyetler Allah Resûlünün hem diline hem kalbine yerleşmişti. O andaki vazifesi sona eren Hazret-i Cebrâil de birden bire kayboluverdi. Bu şekilde “oku” emriyle başlayan Kur’an’ın inmesi tam 23 sene devam etmiştir. Kur’an bir rahmettir, bir şifadır, bir zikirdir, bir nurdur, öğüttür, nasihattır, inançtır, ibadettir, insanlar arası muameleyi düzenleyendir, hayatımızın her safhasında olması gereken bir kitaptır. Her zaman okunmalı, okunulan hususlar pratiğe yansıtılmalı, çocuklarımıza öğretilmeli, O mükemmel kitabın ölülerden daha çok dirilere hitap ettiği hususu her zaman dikkate alınmalı, Ramazan Ayı gelince Kur’an üzerinde biraz daha yoğunlaşılmalıdır. RAMAZAN AYI ORUÇ AYIDIR Oruç; Akıllı, ergenlik çağına ulaşmış ve oruç tutmasına engel bir mazereti olmayan her Müslümanın yerine getirmesi gereken bir ibadettir. •Oruca Başlama Zamanı;  Oruç imsak ile başlar . İmsak, dinî bir kavram olarak, fecr-i sâdıktan (sabah namazının vaktinin girmesinden), iftar vaktine kadar yemeden, içmeden, cinsel ilişki ve diğer orucu bozan şeylerden uzak durmak, el çekmek demektir. İftar ise güneşin batmasıyla birlikte (Akşam ezanının okunması) oruçların açılmasıdır. •Oruca ne zaman ve nasıl niyet edilir?; Niyet etmek orucun şartlarındandır. Niyetsiz oruç sahih değildir. Kalben niyet etmek yeterli ise de niyeti dil ile ifade etmek güzeldir. Oruç için sahura kalkılması da niyet sayılır. Ramazan orucu, belli günlerde tutulmak üzere adanan oruçlar ile nafile oruçlar için niyet etme vakti, güneşin batması ile ertesi gün tepe noktasına gelmesi öncesine kadarki süredir . Ancak imsaktan sonra yapılacak niyetin geçerli olması için bu vakitten itibaren bir şey yenilip içilmemiş, oruca aykırı bir iş yapılmamış olması gerekir. Aksi takdirde gündüz niyet caiz olmaz. Bu oruçlar için, “yarınki orucu tutmaya” şeklinde mutlak niyet yeterlidir. Bununla birlikte geceden niyet edilmesi ve “yarınki Ramazan orucuna” şeklinde orucun belirlenmesi daha faziletlidir. Ramazanın her günü için ayrı niyet edilmesi gerekir. Kaza, keffaret ve bir zamana bağlı olmaksızın adanan oruçlar için gün batımından itibaren en geç imsak vaktine kadar niyet edilmiş olmalıdır. Bu tür oruçlara niyet edilirken, “falanca kaza orucuna, keffaret veya adak orucuna” şeklinde belirtilmesi gerekir. •Sabah ezanı okunmaya başladığında yeme içmeye kısa bir süre devam edilebilir mi?  Takvimlerde gösterilen “imsak”, oruca başlama vaktini ifade eder. İmsak vakti aynı zamanda gecenin sona erdiği, yatsı namazı vaktinin çıkıp sabah namazı vaktinin girdiği andır. Ezan da imsak vaktinin başlaması ile okunmaktadır. Bu sebeple ezanın başlaması ile yemeyi içmeyi terk etmek gerekir. Ezan başladığı sırada ağızda bulunan lokmanın yutulmasında bir sakınca yoktur. •Oruç fidyesi ne demektir? Fidye, bazı ibadetlerin eda edilmemesi ya da edası sırasında birtakım kusurların işlenmesi hâlinde ödenen dînî-malî yükümlülüktür. İbadetlerle ilgili fidye, oruç ve hacda söz konusudur. İhtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan ve daha sonra da kaza etmesi mümkün olmayan kimse, oruç tutamadığı her güne karşılık bir fidye öder. Kur’an-ı Kerim’de, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir fakir doyumu kadar fidye öder.” (Bakara, 2/184) buyurulmaktadır. Bir fidye miktarı, bir sadaka-i fıtır miktarıdır. Sadaka-i fıtır ise bir kişiyi bir gün için doyuracak yiyecek veya bunun para olarak karşılığıdır. Ve bu miktar 2019 yılında Diyanet İşleri Başkanlığımızca kişi başına 23 TL olarak belirlenmiştir. Bu en az miktardır. Durumu iyi olan daha fazla verebilir. Fidye vermek durumunda olan fakat buna maddi imkânı el vermeyen kimse Allah’tan af diler. Başka bir şey yapmasına gerek yoktur. Günler uzun olduğu için oruç tutamayan hasta ya da yaşlılar, kısa günlerde oruç tutabilirlerse tutamadıkları orucu kısa günlerde kaza etmeleri gerekir. Bu durumda olan kimselerin vermiş oldukları fidyeler sadaka sayılır. Oruç fidyeleri, Ramazan ayının sonunda toptan verilebileceği gibi, Ramazan ayı içinde günlük olarak veya Ramazan ayı başında da verilebilir. •Bayram günlerinde oruç tutulur mu? Bayram günleri, oruç tutmanın yasak olduğu günlerin başında gelir. Ramazan bayramının birinci gününde ve kurban bayramının dört gününde oruç tutmak tahrîmen mekruhtur. •Kazaya kalan Ramazan oruçlarının belli bir sürede tutulma zorunluluğu var mıdır? Ramazan ayında tutulamayan veya başlanıp da bozulan oruçların kaza edilmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’de, “İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar.” (Bakara, 2/184) buyurulmaktadır. Kaza oruçlarının peşpeşe tutulması hakkında herhangi bir delil bulunmamaktadır. Bu oruçların, geciktirilmeksizin bir an önce tutulması uygun olur. Çünkü bu bir Allah hakkıdır. Kişi ne zaman öleceğini bilemez. Ramazan orucunun kazası, oruç tutmanın haram olduğu günler dışında her zaman yapılabilir. Hz. Peygamber(s.a.s.), iki vakitte oruç tutulmayacağını bildirmiştir ki birisi Ramazan bayramının birinci günü, diğeri kurban bayramı günleridir •Oruçlu kimse abdest alırken hata ile boğazına su kaçırırsa orucu bozulur mu? Orucun bozulması konusunda hata; abdest sırasında ağzını çalkalarken isteği dışında boğazına su kaçması örneğinde olduğu gibi, orucu bozan fiilin orucu bozma kastına dayalı olmayarak meydana gelmesidir. Orucu bozan fiilin hataen yapılması orucu bozar ve yalnızca kazayı gerektirir. Hataen boğaza su kaçması, oruçlu bulunulduğu hatırda değilken meydana gelirse, unutarak yapılmış hükmünü alır ve oruç bozulmaz. Bir sahabî Resûlullah’a (s.a.s.), “Ey Allah’ın Resulü! Oruçlu iken unutarak yiyip içtim. Orucum bozuldu mu?” diye sormuş. Resûlullah(s.a.s.) da, “(Hayır bozulmadı) Allah seni yedirip içirdi.” cevabını vermiştir. •Yıkanmak ve denize girmek orucu bozar mı? Ağız ve burnundan su girip de sindirim organına ulaşmadıkça oruçlu kimsenin yıkanması, orucuna zarar vermez. Nitekim Hz. Âişe ve Ümmü Seleme, Hz. Peygamberin (s.a.s.) Ramazan’da imsaktan sonra yıkandıklarını haber vermişlerdir.  Bu itibarla oruçlu kişi, ağız ve burundan mideye su kaçırmamak şartıyla yıkanabileceği gibi denize de girebilir. Fakat denize giren kimse, yüzme esnasında gelen dalgalar karşısında veya başka bir şekilde su yutabilir. Bu itibarla oruçlu iken denize girmekten kaçınmak daha ihtiyatlıdır. •Cünüp iken tutulan oruç geçerli midir? Cünüplük oruç tutmaya engel değildir. İster cünüp olmayı gerektiren hâl, oruca başlanmadan gerçekleşmiş olsun, ister ihtilam olma gibi orucu bozmayan bir sebeple oruçlu iken gerçekleşmiş olsun fark etmez. Ancak cünüp olan kişi, bir an önce yıkanıp temizlenmelidir. Cünüp iken üzerinden bir namaz vakti geçmemelidir. Guslün bir namaz vaktinden daha fazla süreyle ertelenmesi günahtır. Çünkü geciktirilirse namaz terk edilmiş olur. •Orucu bozan şeyler nelerdir? Orucun temel unsuru, yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak, nefsi bunlardan mahrum bırakmak olduğu için, oruçlu iken bunlar ve bu anlama gelecek davranışlar orucu bozar. Yemek ve içmek, yenilip içilmesi mûtat olan her şeyi kapsamı içine alır. Sigara, nargile gibi keyif veren tütün kökenli dumanlı maddeler ile uyuşturucular ve tiryakilik gereği alınan tüm maddeler oruç yasakları kapsamına girer. Her ne sebeple olursa olsun, ağızdan alınan ilaçlar da aynı hükme tabidir. •Orucu bozup sadece kazayı gerektiren durumlar nelerdir? Yolculuk, hastalık gibi meşru bir mazerete dayalı olarak bozulan orucun, sadece kazası gerekir. Ayrıca, abdest alırken boğaza su kaçması gibi kasıt olmaksızın yemek-içmek; çiğ pirinç gibi beslenme amacı ve anlamı taşımayan, yenilip içilmesi mûtat olmayan veya toprak gibi insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi orucu bozup, sadece kazasını gerektirir. •Orucu kasten bozmanın hükmü nedir? Orucu kasten, yani mazereti olmadığı halde bilerek bozmak, Ramazan’ın hürmetine saygısızlıktır ve büyük günahtır. Hz. Peygamber (s.a.s), orucunu bu şekilde bozanların keffâret ile yükümlü olacaklarını belirtmiştir. Oruç keffâreti, iki kamerî ay veya 60 gün ara vermeksizin oruç tutmaktır. Buna da gücü yetmeyen kişi, 60 fakiri bir gün ya da bir fakiri 60 gün doyurur. Bu keffâretin yanında ayrıca, tövbe edilmesi ve bozulan orucun da kazası gerekir •Unutarak yemek içmek orucu bozar mı? Unutarak yemek içmek orucu bozmaz. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın, bozmasın. Çünkü onu, Allah yedirmiş, içirmiştir” buyurmuştur. Unutarak yiyip içen kimse, oruçlu olduğunu hatırlarsa hemen ağzındakileri çıkarıp ağzını yıkamalı ve orucuna devam etmelidir. Oruçlu olduğu hatırlandıktan sonra mideye bir şey inerse, oruç bozulur •Diş fırçalamak orucu bozar mı? Boğaza su kaçırmadan ağzı su ile çalkalamak orucu bozmadığı gibi diş fırçalamakla da oruç bozulmaz. Bununla birlikte, diş macununun veya suyun boğaza kaçması hâlinde oruç bozulur. Orucun bozulma ihtimali dikkate alınarak, dişlerin imsakten önce ve iftardan sonra fırçalanması, oruçluyken fırçalanacaksa macun kullanılmaması uygun olur •Kusmak orucu bozar mı? Miktarı ne olursa olsun kendiliğinden gelen kusuntu orucu bozmaz. Aynı şekilde mideden ansızın ağza yükselip tekrar mideye dönen şeyler de oruca zarar vermez. Kişinin kendi isteği ile ağız dolusu kusması hâlinde ise oruç bozulur. •Astım hastalarının kullandığı sprey ve astım ilacı orucu bozar mı? Nefes açıcı sprey kullanmak zorunda kalan astım hastası oruç tutmayabilir. Daha sonra iyileşince tutamadığı günleri kaza eder. İyileşme ümidi kalmamışsa, o takdirde tutamadığı günler sayısınca fidye verir. Bir fidye, Ramazan’da bir kişi için verilen bir fitre miktarıdır. Ancak, nefes darlığı dışında oruç tutmaya engel başka sağlık problemi bulunmayan astım hastaları, soluk almayı rahatlatacak özel spreyi ağızlarına püskürterek oruç tutabilirler. Ağza püskürtülen bu ilaçlar orucu bozmaz. Çünkü bu spreyden bir kullanımda 1/20 ml. gibi çok az bir miktar ağza sıkılmaktadır. Bunun da önemli bir kısmı ağız ve nefes boruları tarafından emilip yok olmaktadır. Bundan geriye kalan miktarın tükürükle mideye ulaştığı konusunda ise, kesin bir bilgi yoktur. •        Göz damlası orucu bozar mı? Konunun uzmanlarından alınan bilgilere göre, göze damlatılan ilaç, miktar olarak çok az(1 mililitrenin 1/20’si olan 50 mikrolitre) olup bunun bir kısmı gözün kırpılmasıyla dışarıya atılmakta, bir kısmı gözde, göz ile burun boşluğunu birleştiren kanallarda ve mukozasında mesâmat (gözenekler) yolu ile emilerek vücuda alınmaktadır. Kaldı ki bu işlem yeme içme yani gıdalanma anlamı da taşımamaktadır. Dolayısıyla göz damlası orucu bozmaz. •        Burun damlası orucu bozar mı? Tedavi amacıyla buruna damlatılan ilacın bir damlası, yaklaşık 0, 06 cm3 tür. Bunun bir kısmı da burun çeperleri tarafından emilmekte, çok az bir kısmı mideye ulaşmaktadır. Bu da, mazmazadan ( ağzı su ile çalkalamadan) sonra ağızda kalan rutubette olduğu gibi orucu bozacak düzeyde görülmemiştir. Kaldı ki bu işlem yeme içme yani gıdalanma anlamı da taşımamaktadır. Dolayısıyla burun damlası orucu bozmaz. •        Kulak damlası orucu bozar mı? Kulak ile boğaz arasında bir kanal bulunmaktadır. Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, ilaç boğaza ulaşmaz. Bu nedenle kulağa damlatılan ilaç orucu bozmaz. Kulak zarında delik bulunsa bile, kulağa damlatılan ilaç, kulak içerisinde emileceği için, ilaç ya hiç mideye ulaşmayacak ya da çok azı ulaşacaktır. Kaldı ki bu işlem yeme içme yani gıdalanma anlamı da taşımamaktadır. Dolayısıyla kulak damlası orucu bozmaz. •        Kulağın yıkattırılması orucu bozar mı? Kulak ile boğaz arasında bir kanal bulunmaktadır. Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, su boğaza ulaşmaz. Bu nedenle kulağın yıkattırılması orucu bozmaz. Ancak kulak zarının delik olması durumunda, kulak yıkattırılırken suyun mideye ulaşması mümkündür. Bu itibarla, yıkama sırasında suyun mideye ulaşması hâlinde oruç bozulur •        Kalp hastalarının kullandıkları dilaltı hapı orucu bozar mı? Bazı kalp rahatsızlıklarında dilaltına konulan hap, doğrudan ağız dokusu tarafından emilip kana karışarak kalp krizini önlemektedir. Söz konusu hap ağız içinde emilip yok olduğundan mideye bir şey ulaşmamaktadır. Bu itibarla, dilaltı hapı kullanmak orucu bozmaz •        Her gün hap kullanmak zorunda olan hastaların oruç tutmaları gerekir mi? Hastalık, Ramazan’da oruç tutmamayı mubah kılan özürlerdendir. Bir kimsenin oruç tuttuğu takdirde hastalanacağı, hasta ise hastalığının artacağı tıbben veya tecrübe ile sabit olursa oruç tutmayabilir. İyi olunca da yalnız yediği günler sayısınca kaza etmesi gerekir. Âyet-i Kerime’ de “Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde oruç tutar” buyurulmuştur. (Bakara, 2/184) Ömrü boyunca bu durumda hasta olan kişiler ise, her gün için bir fidye verirler. Yoksul ve muhtaç kişilerin fidye vermeleri de gerekmez. Zira dinimizde hiç kimse, gücünün üstünde bir sorumlulukla yükümlü tutulmamıştır •Endoskopi, kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek orucu bozar mı? Midedeki hastalığı tespit amacıyla mideyi görüntülemek veya mideden parça almak için yaptırılan endoskopide, ağız yoluyla mideye tıbbî bir cihaz sarkıtılmakta ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonlardaki hastalığı teşhis etmek amacıyla, bağırsak içini görüntülemek veya parça almak için yapılan kolonoskopide, makattan bağırsaklara cihaz gönderilmekte ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonoskopide, hemen daima, endoskopide de genellikle, incelenecek alanın temizliğini sağlamak amacıyla cihaz içinden su verilmektedir. Endoskopi veya kolonoskopi yaptırmak; makat veya ferçten ultrason çektirmek; yeme, içme anlamına gelmemekle birlikte, çoğunlukla cihaz içinden su verildiği için oruç bozulur. Ancak söz konusu işlemlerde cihazların kullanımı sırasında sindirim sistemine su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan bir madde girmemesi durumunda endoskopi, kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek orucu bozmaz. •Biyopsi yaptırmak orucu bozar mı? Tahlil amacıyla vücudun herhangi bir organından parça alınması (biyopsi), orucu bozmaz •İdrar kanalının görüntülenmesi, kanala ilaç akıtılması orucu bozar mı? İdrar kanallarına giren cihazlar veya akıtılan ilaçlar orucu bozmaz. •Anestezi orucu bozar mı? Anestezi, nefes yolu veya iğne ile vücuda ilaç verilerek oluşturulmaktadır. Nefes yolu veya iğne ile yapılan anestezi, mideye ulaşmadığı gibi, yeme-içme anlamı da taşımamaktadır. Ancak bölgesel ve genel anestezide, acil durumlarda ilaç ve sıvı vermek amacıyla damar yolu açılarak, bu açıklık işlem süresince serum vermek suretiyle sağlanmaktadır. Bu itibarla, lokal anestezi (sınırlı uyuşturma) orucun sıhhatine engel değildir. Bölgesel ve genel anestezide serum verildiği için oruç bozulur. •Aşı olmak veya iğne yaptırmak orucu bozar mı? Oruç; yemek, içmek, cinsel ilişki ve bunların kapsamına giren şeylerle bozulur. Bu sebeple, besin değeri taşımayan aşılar orucu bozmaz. Tedavisi devam eden hastalar, sağlıklarına kavuşup tedavileri sona erinceye kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arz ediyorlar ve oruç tutmalarına da başka bir engel bulunmuyorsa iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Bu imkâna sahip olmayanlar, tedavi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler. Ancak, oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptıranların, ağızdan aşı alanların damardan serum ve kan verilenlerin orucu bozulur. Daha sonra bu oruç kaza edilir. •Şeker hastalarının uyguladıkları insülin iğnesi orucu bozar mı? İğnenin orucu bozup bozmayacağı, kullanılış amacına göre değerlendirilebilir. Ağrı dindirmek, tedavi etmek, vücudun direncini artırmak, gıda vermek gibi amaçlarla enjeksiyon yapılmaktadır. Gıda ve keyif verici olmayan enjeksiyonlar, yemek ve içmek anlamına gelmediklerinden orucu bozmazlar. Ancak gıda ve/veya keyif verici enjeksiyonlar orucu bozar. Şeker hastalarının kullandıkları insülin iğnesi bu nitelikte olmadığı için orucu bozmaz. Diğer yandan ehil doktorların, oruç tutmasının sağlık açısından zararlı olacağı teşhisini koyduğu bir hasta, Ramazan’da oruç tutmayabilir. Böyle bir kişi, eğer iyileşme ihtimali varsa orucunu daha sonra kaza etmek üzere bırakır; böyle bir ihtimal yoksa Ramazan ayının her günü için birer fidye verir. İnsüline bağımlı olarak yaşayan hastaların da oruç tutmaları sağlıklarına zarar veriyorsa oruç tutmayabilirler. Tutamadıkları oruçlarının sayısınca her gün için bir fidye verirler •Oruçlu iken kan vermek ve vücuda kan almak orucu bozar mı? Ramazan’da oruçlu iken kan verenin orucu bozulmaz. Vücuda kan almak ise, beslenme, gıda alma kapsamına girdiği için orucu bozar. •Diyaliz uygulamalarında oruç bozulur mu? Böbrek yetmezliği hastalarına uygulanan diyaliz işlemi sırasında damardan gıda içerikli sıvının verilmesi orucu bozar, aksi halde bozmaz. •Anjiyo yaptırmak orucu bozar mı? Halk arasında anjiyo olarak bilinen operasyon, teşhis ve tedaviye yönelik olarak uygulanmaktadır. Anjiyografi vücut damarlarının görüntülenmesi demektir. Damar içine damarların görünür hâle gelmesini sağlayan ve kontrast madde olarak tanımlanan ilaç verilerek, anjiyogram adı verilen filmler elde edilir. Anjiyografi sayesinde organları besleyen damarlar görüntülenerek damar hastalıkları veya bu damarlardan beslenen organlara ait tanı koydurucu bilgiler edinilir. Tedaviye yönelik olarak uygulanan anjiyonun klasik yöntemi anjiyoplastidir. Bu ise, dar veya tam tıkalı damarların balon ya da stent denilen özel araçlarla tekrar açılması için yapılır. Bu bilgiler ışığında gerek anjiyografi, gerekse anjiyoplasti operasyonlarında yemek ve içmek anlamı bulunmadığından, oruç bozulmaz. •Merhem ve ilaçlı bant kullanmak orucu bozar mı? Deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri şeyler emilerek kana karışmaktadır. Ancak cildin bu emişi, çok az ve yavaş olmaktadır. Diğer taraftan bu işlem, yeme içme anlamına da gelmemektedir. Bu itibarla, deri üzerine sürülen merhem, yapıştırılan ilaçlı bantlar orucu bozmaz. •Diş tedavisi yaptırmak orucu bozar mı? Sırf diş tedavisi sebebi ile oruç bozulmaz. Tedavinin ağrısız gerçekleşmesi için yapılan enjeksiyonlar da beslenme amacı taşımadığı için orucu bozmazlar. Ancak tedavi sırasında yapılan başka işlemler sebebi ile -mesela ağız su ile çalkalanırken- boğaza su, kan veya tedavide kullanılan maddelerden biri kaçarsa oruç bozulur ve kaza edilmesi gerekir. •Susuz olarak hap yutmak orucu bozar mı? Oruçlu bir kimse meşru bir mazaret olmaksızın gıda veya ilaç cinsinden bir şeyi ister su ile, ister susuz olarak yer veya içerse orucu bozulur ve keffâret gerekir. Ancak oruç bozmayı mubah kılacak ölçüde bir rahatsızlık sebebiyle ilaç alınmış ise oruç bozulur ve kendisine yalnız kaza gerekir, keffâret gerekmez •Ramazan ayını ve bayramı başka ülkelerde geçirenler, o ülkelerin hesaplarının/takvimlerinin Türkiye’den farklı olması hâlinde bayramlarını Türkiye’ye göre mi, bulundukları ülkeye göre mi yapmalıdırlar? Fakihlerin çoğunluğunca tercih edilen görüşe göre; kamerî aylar, hilalin güneş battıktan sonra, yeryüzünün herhangi bir yerinden görülmesiyle başlar.  Günümüzde ayın, hilal hâlinde nerede ve ne zaman görülebileceği, hatasız olarak, hesapla tespit edilebilmektedir. Yurdumuzda ve İslam ülkelerinin çoğunda takvimler bu hesaplamalara göre düzenlenmekte; Ramazan ve bayramlar da buna göre belirlenmektedir. Az sayıda bazı İslam ülkeleri ise, kamerî aybaşlarının tespitinde, ayın hilal şeklinde gökyüzünde görülebilecek hâlde bulunması zamanını değil, kavuşum anını veya hilalin kendi ülkelerinde de görülmesini esas almaktadırlar. İslam âleminde zaman zaman bizden bir gün önce veya bir gün sonra oruca başlayan ve bayram yapan ülkelerin bulunması bu sebepledir. Bu tür içtihat farklılığından doğan uygulamalar kimsenin ibadetine zarar vermez. Bu nedenle başka bir ülkede bulunan bir müslüman, bayramını bulunduğu ülkeye göre yapar. Bayram coşkusunu, bulunduğu yerdeki müslüman kardeşleriyle birlikte yaşar. •Kadınlar özel günlerinde oruç tutabilirler mi? Özel günlerindeki bir kadının namaz kılması ve oruç tutması haramdır. Bu durumdaki kadının namazı ve orucu sahih olmaz. Fakihler bu konuda görüş birliği içindedirler. Âdet süresince terk edilen namazların kazâ edilmeyeceği, oruçların ise temizlendikten sonra tutulacağı hususlarında da bütün mezheplerin görüş birliği vardır. Söz konusu icmânın (görüş birliğinin) dayanağı Hz. Peygamberin (s.a.s.) hadisleri ve sahabe uygulamasıdır. Nitekim Hz. Âişe bu konuda kendisine sorulan bir soru üzerine; Resûlullah döneminde âdet gördüklerinde tutmadıkları oruçları kaza etmekle emrolunduklarını, kılmadıkları namazları ise kaza etmekle yükümlü tutulmadıklarını söylemiştir. •Oruca niyetlenen bir kadın gün içinde âdet görmeye başlarsa ne yapmalıdır? Kadınlar ay hâli (hayız) ve lohusalık (nifas) denilen özel hâllerinde namaz kılmazlar, oruç tutmazlar. Daha sonra tutamadıkları oruçlarını kaza ederler. Oruca niyetlenen bir kadın, gün içerisinde âdet görmeye başlarsa orucunu bozar, temizlenince bu günün orucunu da kaza eder. İftar vaktine kadar oruçlu gibi davranması doğru değildir. Ancak Ramazanın hassasiyetine riayet ederek başkalarının yanında yiyip içmemesi uygun olur. •Kadınların Ramazan’da âdet geciktirici ilaç kullanmaları caiz midir? Âdet hali oruç tutmaya manidir. Bu halde iken tutulan oruç geçerli olmaz. Bununla birlikte ilaç etkisi ile de olsa, akıntı hali olmadıkça âdet hali vuku bulmuş olmayacağından tutulan oruç geçerlidir. Ancak hayız kanı ile vücutta biriken zararlı maddeler dışarı atıldığından, vücudun sıhhati bakımından âdet halini önlemek için ilaç kullanılması tavsiye edilmemektedir. •Kadınlar gebelik dönemlerinde oruç tutabilirler mi? Ramazan orucunu tutmamak için geçerli mazeretlerden biri de gebelik veya çocuk emzirmektir. Gebe veya emzikli olan kadınlar, kendilerine yahut çocuklarına bir zarar gelmesinden korkmaları hâlinde oruç tutmayabilirler. Bunlar bir yönüyle hasta hükmünde oldukları gibi, onlara bu ruhsatı tanıyan hadisler de bulunmaktadır. Kendisi dayanabilecek ve çocuk da etkilenmeyecek ise gebe ve çocuk emziren kadın oruç tutabilir. Bu konuda alanında uzman bir hekime danışılması uygun olur. Hamilelik ve çocuk emzirme gibi meşru sebeplerle oruç tutamayan kadınlar, tutamadıkları bu oruçlarını şartların elverişli olduğu başka zamanlarda kaza ederler. Bir başka uzanır, yoksula eller, Şefkate râm olur, en katı diller, Yaş değil müjdedir, gözdeki seller, Hoşgeldin.. Ey onbir ayın sultanı. RAMAZAN AYI MUKABELE AYIDIR Mukabele karşılıklı okuma anlamına geliyor… peki bu anlamlı gelenek nereden geliyor? Mukabele geleneği doğrudan sevgili peygamberimiz ve Cebrail’in uygulamalrına dayanır. Vahiy Meleği Cebrail, her ramazanda peygamberimize gelir ve Kuran-ı Kerimi okur, o yıl içinde gelen ayetlerin tekrarını yaparlar, peygamberimiz de Cebrail’e okur böylece Kuran-ı Kerim'in sağlamasını yaparlar. Kuranın doğru olarak günümüze gelmesinin delili budur. Daha sonra Sahabei Kiram bu geleneği sürdürmüş, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de mukabele yapmak, hem halkın hem de saray hanedanının ramazan geleneği olarak devam etmiş. Günümüzde ise rahmet ayı ramazanda müminler bu gelenekle bir araya geliyor, Kur’anı Kerimi hatmediyor. Kardeşlerim! Elhamdülillah bu kadim ve köklü gelenek bugün de devam ediyor. Ramazan Ayında elimizden geldiğince camilerimizde okunan mukabeleleri takip edelim veya bizzat kendimiz hatim ederek bu güzel geleneği sürdürelim. RAMAZAN AYI TERAVİH AYIDIR Sözlükte “rahatlatmak, dinlendirmek” anlamındaki tervîha kelimesinin çoğulu olan terâvîh ramazan ayına mahsus olmak üzere yatsı namazından sonra kılınan namazı ifade eder. Hadislerde “kıyâmü şehri ramazân” (ramazan ayının namazı) veya “ihyâü leyâlî ramazân” (ramazan gecelerinin ihyası) diye anılan bu namaza dört rek‘atta bir dinlenme amacıyla biraz oturulduğundan (tervîha) teravih denmiştir. Zaman içinde, her bir tervîhayı oturup dinlenmek yerine zikir ve salavat gibi nâfile ibadetlerle değerlendirme veya ara vermeden namaza devam etme şeklinde uygulamalar ortaya çıkmıştır. Hanefîler her bir tervîhada oturup dinlenmeyi teravihin ruhuna daha uygun bulurlar. Türkiye’de bu namaz aralarında Hz. Peygamber’e salavat getirilmekte veya ilâhi okunmaktadır. Resûl-i Ekrem bizzat teravih namazını kıldığı gibi, “Ramazan ayını inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek ihya eden kimsenin geçmiş günahları bağışlanır” hadisiyle bilhassa gece ibadetlerinin ve teravih namazının kastedildiği yorumu yapılmıştır. Bu tür hadislerden hareketle İslâm âlimleri, teravih namazının erkek ve kadın her Müslüman için sünnet olduğu konusunda görüş birliğine varmıştır. Hanefîler, Şâfiîler, Hanbelîler ve bazı Mâlikîler’e göre bu namaz müekked sünnettir. Orucun değil ramazan ayının sünneti olduğundan oruç tutamayanlar da bu namazı kılar. Fıkıh kitaplarında teravihin kadınlar için de sünnet olduğuna vurgu yapılması bu namazı erkeklere mahsus kabul eden bazı görüşlere reddiye amacı taşımaktadır. Teravih namazını başlangıçta cemaate bizzat kıldıran Hz. Peygamber ümmetinin yükünü arttırabileceği düşüncesiyle bu uygulamadan vazgeçmiştir. Onun bu namazı iki veya üç gün mescidde kıldırdığı, cemaatin gittikçe çoğaldığını görünce mescide çıkmadığı ve bunu Allah’ın farz kılabileceği endişesiyle yaptığını söylediği rivayet edilir. Teravihin tek başına kılınmasına Hz. Ebû Bekir döneminde devam edilmiştir. Bu uygulamanın camide meydana getirdiği dağınıklığı, artık farz kılınma ihtimali bulunmadığını ve Resûl-i Ekrem’in konuyla ilgili sözünden çıkan anlamı dikkate alan Hz. Ömer  Übey b. Kâ‘b’dan cemaate teravih namazı kıldırmasını istemiş ve bu uygulama günümüze kadar sürmüştür. Teravih namazının rek‘at sayısıyla ilgili sekiz, on, on altı, yirmi, otuz altı, otuz sekiz, kırk gibi sayılar ileri sürülmüştür. Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî fakihlerin çoğunluğu, Hz. Peygamber’in vitir dahil yirmi üç re‘kat namaz kıldığı yolundaki rivayetten ve sahâbe uygulamasından hareketle teravihin yirmi rek‘at olduğu görüşünü benimsemiştir. Teravihin yirmi rek‘at kılınmasına dair rivayet gittikçe güç kazanmış ve İslâm toplumunda gelenek bu doğrultuda gelişmiştir. Özellikle Hz. Ömer dönemindeki uygulamanın bu husustaki etkisini belirtmek gerekir. Hatta ashap buna itiraz etmediğinden teravihin yirmi rek‘at olduğunda sahâbe icmâı meydana geldiği  veya icmâa yakın bir kabul teşekkül ettiği ifade edilmektedir. Ebû Hanîfe, Ahmed b. Hanbel ve Mâlikîler ile Şâfiîler’den bazılarına göre teravih namazını cemaatle kılmak sünnettir ve daha faziletlidir. Diğer taraftan Hanefîler’e göre bu namazın cemaatle kılınması sünnet-i kifâye sayıldığından bir bölge halkı teravihi cemaatle kılmayı bütünüyle terkederse, topluma yönelik sünneti terk sebebiyle günah işlemiş olur (a.g.e., a.y.). Bu fikri savunanlara göre nâfile namazları evde kılmayı tavsiye eden hadis teravihle değil teheccüd namazıyla ilgilidir. Mâlikîler ve Şâfiîler’in çoğunluğu ile Hanefîler’den Tahâvî’ye göre ise mescidleri boş bırakmamak şartıyla teravihin evde kılınması müstehaptır. Teravihin evde kılınmasını daha faziletli gören âlimler de camilerin ihmal edilmemesi gerektiği noktasında birleşmiştir. Hz. Peygamber’in sünnetinde gece namazlarının ikişer rek‘at kılınması uygulaması öne çıktığından fakihler teravih namazının her iki rek‘atta bir selâm verilerek kılınmasının fazileti konusunda görüş birliği içindedir. Şâfiî mezhebine göre iki rek‘atta bir selâm vermek farzdır, kasten dört rek‘atta bir selâm verilirse namaz bâtıl olur; hata ile yapıldığı takdirde namaz herhangi bir nâfile namaza dönüşür. Hanefîler’e göre yirminci rek‘atın sonunda verilecek tek selâmla kılınan teravih namazı mekruh görülmekle birlikte sahihtir. Mâlikîler’e göre dört rek‘atta bir selâm vermek mekruhtur, bununla beraber namaz sahih olur. Teravih namazında ramazan boyunca bir hatim yapılması Hanefîler ve Hanbelîler’e göre sünnet, Şâfiîler ve Mâlikîler’e göre müstehaptır. Hz. Peygamber ve sahâbe döneminde bu namaz oldukça uzun bir kıraatle eda edilirken tarihî süreç içerisinde insanlara zahmet vermeme kuralından hareketle uzun okumadan vazgeçilmiş ve cemaati çoğaltmanın kıraati uzatmaktan daha yararlı olacağı düşüncesi öne çıkmıştır. Zamanla her rek‘atta uzunca bir âyet veya üç kısa âyetin okunması yeterli görülmüştür. Ancak her durumda namazın âdâbına ve özellikle ta’dîl-i erkâna riayet edilmesi zorunludur; namazın bunu ihlâl edecek biçimde hızlı kıldırılması doğru değildir. Teravih namazının vakti yatsı namazının arkasından fecre kadar geçen süredir; vitirden sonra kılınması câiz olmakla birlikte uygulamada vitirden önce kılınmaktadır. Hanefîler ve Şâfiîler’e göre teravihin gecenin ilk üçte birlik dilimine veya yarısına ertelenerek kılınması müstehaptır. Hanbelîler ise gecenin ilk vaktinde kılınmasını daha faziletli görmüştür. Teravih namazının eda edilmesi için ezan okunmaz ve kāmet getirilmez; kılamayan kişinin kazâ etmesi gerekmez. Teravih iki rek‘atta bir selâm verilecekse sabah namazının, dört rek‘atta bir selâm verilecekse ikindi namazının sünneti gibi fakat tamamında cehrî kıraatle kılınır. Şâfiîler, Hanbelîler ve bazı Hanefîler’e göre teravih namazında niyetin bu namaz için belirlenmesi gerekli olup mutlak niyet yeterli değildir. Teravih namazı başladıktan sonra camiye gelen kimse önce yatsı namazını kılar, daha sonra teravih namazı için imama uyar. Çünkü teravih yatsı namazına tâbidir ve ondan önce kılınmaz. Yorgun topraklara, nadas çekilir, Sabır tohumları, gün gün ekilir, Mahşerde, meyveye döner dökülür, Hoşgeldin.. Ey onbir ayın sultanı. RAMAZAN AYI İTİKAF AYIDIR Dinî bir terim olarak itikâf akıl sağlığı yerinde ve ergenlik çağına gelmiş bir Müslümanın beş vakit namaz kılınan bir mescitte ibadet/Allah’a yakınlık elde etme niyetiyle bir süre durması demektir. İtikâfa giren kimse, camide yer, içer, uyur ve ihtiyacı olan şeyleri mümkün olduğu takdirde camide tedarik eder. Tuvalete gitmek, abdest almak ve gerekli olduğunda gusletmek gibi tabiî ihtiyaçları için ise camiden dışarı çıkabilir. Bulunduğu camide cuma namazı kılınmıyorsa, cuma namazını kılmak üzere başka bir camiye gidebilir. Cenaze namazı için ise dışarı çıkamaz. Kendisine veya malına bir zarar geleceği korkusuna kapılması ya da zorla çıkarılması hâlinde başka bir camiye gitmek üzere içerisinde bulunduğu cami veya mescidden çıkabilir. Bu zorunlu hâllerin dışında camiden çıkarsa itikâfı bozulur. Hz. Peygamberin (s.a.s.) Ramazan’da ve özellikle bu ayın son on gününde itikâfta bulunduğunu bildiren birçok hadis-i şerif vardır. Nafile olan itikâfın en azı bir gündür. Ebû Yusuf en az süreyi, bir günün yarıdan fazlası olarak belirlerken İmam Muhammed itikâf için bir saati de yeterli bulur. Yukarıda izah edildiği şekli ile camide itikâf erkeklere mahsustur. Kadınlar ise evlerinin namaz kılmak üzere belirledikleri bir yerinde itikâfta bulunabilirler. Şâfiî mezhebine göre ise, mescid dışında itikâf caiz değildir. Kadın, kocasından izin alarak mescitte itikâf yapar. Zira Hz. Peygamberin (s.a.s.) eşlerinin mescidde itikâfa girdikleri rivayet edilmiştir (Müslim, İtikâf, 6). Bu mezhebe göre itikâf sırasında oruçlu bulunmak da şart değildir. RAMAZAN AYI KADİR GECESİNİ İÇİNDE BARINDIRAN BİR AYDIR Kadir Gecesi, İslam'ın en şerefli, en faziletli ve en ihtişamlı gecelerinden en başta gelenidir. Kadir Gecesi, İslam güneşinin, Kuran meşalesinin dünyayı aydınlatmaya başladığı mübarek bir gecedir. Bu gece, kalbi Kuran nuru ve peygamber müjdesi ile parlayan, alnı secde izleri ile nurlanan müminler için af ve mağfiret gecesidir. Bu gece melekler yeryüzüne inerken bereket ve rahmette iner, Kuran okunduğu zaman melekler yeryüzüne inerler. Bu gece her iş için bir selamet ve saadet gecesidir. Bu gece selamet gecesidir. Şeytan bu gece Müslümanlara kötülük yapmaya ve eziyet vermeye güç yetiremez. Bu gece çakıl tanelerinden daha çok sayıda melekler yeryüzüne inerler. Bu gece ibadet edip, gündüz oruç tutmak, gece kıyam etmek (geceyi ibadetle geçirmek) bin aydan daha hayırlıdır. Peygamberimiz Hazreti Muhammed Kadir Gecesi için şöyle buyuruyor; "Kim Kadir Gecesi'nde inanarak, ihlas ile o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır." Kardeşlerim! Rabbim Teravihiyle, iftarıyla-sahuruyla, mukabelesiyle, itikafıyla, fıtır sadakasıyla, Kadir Gecesiyle bir rahmet ve merhamet iklimi olan Ramazan Ayını en güzel şekilde değerlendirmeyi bizlere nasib eylesin. Ramazan Ayının ülkemiz, milletimiz, gönül coğrafyamız, tüm insanlar ve 19 Mayıs’lı kardeşlerimiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimizden temenni ederim. Yürekler bir başka, hislenir şimdi, Beden değil, ruhlar beslenir şimdi, Ezanlar bir başka, seslenir şimdi, Hoşgeldin.. Ey onbir ayın sultanı. RAMAZAN-I ŞERİFİNİZ BEREKETLİ OLSUN…….
19 Mayıs İlçe Müftüsü Emin PATAN yaklaşan Ramazan Ayı münasebetiyle bir makale kaleme aldı. Müftü PATAN makalesinde şunları ifade etti:

Özledim o solgun, nurlu tenleri,

Günahtan arınmış, ak bedenleri,

Rahmân Cemâline, aşk çekenleri,

Hoşgeldin.. Ey onbir ayın sultanı.

 “Muhterem Kardeşlerim! Sevgili Peygamberimizin ifadeleriyle evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş olan, rahmet kapılarının ardına kadar açıldığı, cehennem kapılarının kapandığı, şeytanların zincire vurulduğu bir ay olan Ramazan Ayı başlamak üzere… Öncelikle Rabbimiz bu müstesna zamana ulaşmayı, hakkıyla değerlendirmeyi bizlere nasib eylesin… Geçen yıl bu güzel günlere kavuşup bu sene aramızdan ayrılan kardeşlerimize Mevlam rahmet eylesin… İnşalllah bu yazımızda Ramazan Ayı hakkında Diyanet İşleri Başkanlığımız Din İşleri Yüksek Kurulu’nun Oruçla ilgili fetvalarını sizlerle paylaşacağım.

Kardeşlerim! Belirli bir süre yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durma, perhiz yapma ya da belirli yiyecekleri yememe, sükût etme, ağzı ve kulağı yalandan ve kötü sözden koruma vb. şekillerde yerine getirilen oruç ibadetine hemen bütün dinlerde rastlanır. Mesela Yahudilikte en önemli oruç, kefâret günü (Yom Kipur) orucudur.  O gün yahudiler bir yıl içerisinde işledikleri hatalardan ötürü duydukları pişmanlığı dile getirerek Tanrı’dan af dilerler. Günümüz Hıristiyan dünyasında başlıca iki çeşit oruç vardır. 1. Şükran orucu. Her hafta pazar günü icra edilen Evharistiya töreninden (ekmek-şarap âyini) önce alkollü içki içmemek şeklinde eda edilir. 2. Kiliseye mensubiyet oruçları. Bu oruçların en önemlisi ve uzun sürelisi Hz. Îsâ’nın çölde kırk gün boyunca tuttuğu orucun hâtırasını yaşatmak üzere IV. yüzyılda başlatılan ve Paskalya’dan önceki kırk güne denk gelen oruçtur.

İSLAM DİNİNDE ORUÇ

İslam’dan önceki dinlerdeki oruçlara bakıldığı zaman bir pişmanlığa binaen tutulan oruçlar olduğu görülür. Oysaki bizim Yüce Dinimiz İslam’da oruç bir pişmanlık neticesi yerine getirilen bir ibadet değildir. Bilakis Rabbimizin “O (sayılı günler), doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur’an’ın indirildiği ramazan ayıdır. Artık sizden kim bu aya yetişirse onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, başka günlerden sayısınca tutar. Allah sizin için kolaylık istiyor güçlük çekmenizi istemiyor. Sayıyı tamamlamanız, sizi doğru yola iletmesine karşı Allah’ın ululuğunu dile getirmeniz ve umulur ki şükredersiniz diye (uygun hükümler gönderiyor). (Bakara 185)” emri gereği yerine getirilen bir ibadet olup Peygamberimiz’in  Mekke’den Medine'ye hicretinin 18. ayının başlarında, Şaban ayında farz kılınmıştır. İslam tarihinde Hz. Peygamber ve Müslümanların tuttukları ilk oruç, Aşura Orucudur.

Aslında Âşûrâ orucu, Medine'deki yahudiler tarafından tutulmaktaydı. Onlar Âşûrâ gününü bayram olarak kutluyorlar ve o günü oruçlu geçiriyorlardı. Muhtemelen Hz. İbrâhim'den kalma bir gelenek olmalı ki, câhiliye döneminde başta Kureyşliler olmak üzere bazı Arap kabileleri de bu orucu tutmaktaydılar. Hatta Peygamber Efendimizin hicretten önce Mekke'de Âşûrâ orucu tuttuğu gibi hicretten sonra Medine'de de bu orucu tuttuğu rivayet edilmiştir. Efendimiz Medine'ye geldiğinde yahudilerin Âşûrâ gününde oruç tuttuklarını görünce onlara bu orucu neden tuttuklarını sormuş, yahudiler, Allah'ın Musa Peygamber ve İsrâiloğulları'nı bu günde kurtardığını, Musa Peygamber'in o günde şükür maksadıyla oruç tuttuğunu, kendilerinin de bu konuda Hz. Musa'ya uyduklarını söylemişlerdir. Allah Resûlü de, “Biz Musa'ya sizden daha yakınız ve bunu yapmaya daha lâyıkız.” diyerek Müslümanlara Âşûrâ gününde oruç tutmalarını emretmiştir.

Allah Resûlü ile birlikte Müslümanlar da Ramazan orucunun farz kılındığı zamana kadar Âşûrâ orucu tuttular. Ramazan orucunun farz kılınmasından sonra artık Âşûrâ orucunu tutmak, insanların arzusuna bırakıldı. Hz. Âişe bu süreci şöyle anlatmaktadır: “Kureyşliler câhiliye döneminde Âşûrâ günü oruç tutarlardı. Sonra Resûlullah da (sav) bu orucun tutulması emretti, tâ ki Ramazan orucunun farz kılındığı zamana kadar. (Ramazan orucu farz kılınınca) Resûlullah (sav), “(Âşûrâ orucunu) dileyen tutsun, dileyen tutmasın.” buyurdu. Allah Resûlü'nün yahudilere benzememek için müminlere tek gün değil Âşûrâ gününe Muharrem'in dokuzuncu veya on birinci gününü de ekleyerek en az iki gün oruç tutmalarını tavsiye ettiği de rivayet edilmiştir. Peygamber Efendimizin ne zaman oruç tuttuğunu rivayet eden İbn Abbâs'ın da, “Dokuzuncu ve onuncu günleri oruç tutarak yahudilere muhalefet ediniz.” dediği nakledilmiştir. Dolayısıyla Resûl-i Ekrem'in yahudileri taklit etmemek ve hurafelerinin İslâm bünyesine girmesine engel olmak için sadece Âşûrâ günü değil, Muharrem'in dokuz ve onuncu ya da on ve on birinci günlerinde oruç tutmalarını tavsiye ettiği anlaşılmaktadır.

Nice kullar, mâbetlerle barışır,

Nice insan, meleklerle yarışır,

Allah nidâları, arşa karışır,

Hoşgeldin… Ey onbir ayın sultanı.

Medine yıllarında Hz. Peygamber ve ashâbı oruç ibadetini bu şekilde yerine getirirlerken, Ramazan orucunu emreden ilk âyetler inmiştir: “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (meselâ, fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”  Bu âyetler, müminlere belli bir esneklik ve muhayyerlik tanımıştır. Buna göre hasta ya da yolculukta olanlar Ramazan orucunu daha sonraki bir zamanda tutabilirlerdi. Bir süre sonra ilâhî hikmetin gereği olarak oruç ibadetinde yeni bir düzenleme yapılmıştır.

Oruç âyetindeki, “ve ale'llezîne yutîkûnehû” (oruca gücü yetmeyenler) ifadesi, hem oruca güç yetiremeyenler hem de zorlukla güç yetirenler anlamına gelmektedir. Bu nedenle ilk zamanlarda sahâbe-i kirâmdan dileyen oruç tutmuş, dileyen ise tutmamış ve bunun yerine tutmadıkları gün sayısınca fidye vermiştir. Daha sonra ise, “...içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin...” âyetiyle oruç ibadeti Ramazan ayına erişen herkes için farz kılınmıştır. Böylece bir önceki âyetlerde de belirtilen yolculuk ve hastalık durumu dikkate alınmış ve bu durumdaki kişilerin sıhhate veya yurduna kavuştuklarında orucu kaza etmelerine ruhsat verilmiştir. Yine oruç tutamayacak durumda olanlar için (yolculuk esnasında) oruç yükümlülüğünü kaldırmıştır. Hamile ve çocuk emziren kadınlara da (daha sonra tutmaları için) ruhsat vermiştir.”  Buna göre Ramazan'da hasta olanlar, hamile ve emziren bayanlar tutamadıkları günleri Ramazan'dan sonra kaza ederler. Oruç tutamayacak kadar yaşlanmış veya iyileşmeleri söz konusu olmayan hastalar ise oruç tutmanın mânevî zevkinden mahrum olmaktadırlar. Onların bu mahrumiyetini kısmen de olsa telâfi etmek için Yüce Allah fidye vermelerini emretmiştir.

Oruç ibadetinde üçüncü bir değişiklik daha yapılmıştır. İlk zamanlarda Ramazan orucu tutanlar gece uyumadıkları müddetçe yiyebiliyor, içebiliyor, eşleriyle birlikte olabiliyorlardı. Ama uyuduklarında bu fiiller kendilerine sonraki günün akşamına kadar haram oluyordu. Bir gün Kays b. Sırma adındaki sahâbî yorgun argın evine geldi. Namazını kıldıktan sonra uyuyakaldı. Uyandığında sabah olmuştu. O zamanki uygulamaya göre, gecenin bir vakti uyunduğunda artık bir şey yiyip içilemiyordu. Kays yorgunluğunun üstüne aç bir hâlde sabaha çıkmıştı. Peygamber Efendimiz Kays'ı bitap bir hâlde görünce sordu: “Ne oluyor, seni çok bitap görüyorum?” Kays ise olanı biteni anlattı. Yorgunluğun ve açlığın üstüne iftar edemeden ikinci günün orucuna başladığından dert yandı. Benzer bir olay da Hz. Ömer'in başına gelmişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu âyeti indirdi: “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah, kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tevbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.”  Bu âyetle artık Ramazan orucu bugünkü şeklini almış oluyordu.

Bu âyetlerin inişinden sonra sahâbe-i kirâmdan bazıları ilk zamanlarda imsak vaktinin tam olarak ne zaman olduğu konusunda tereddüt yaşadılar. Âyetteki beyaz ve siyah iplik ifadelerinden ne kastedildiğini tam olarak anlayamadılar. Onlardan imsak vaktinin gerçekten beyaz ve siyah ipliklerle belirlenebileceği kanaatinde olan, beyaz ve siyah ipliği yastığının altına koyanlar da vardı.22Kaynaklarımızda bu konu ile ilgili aktarılan bilgiler sahâbenin bu konudaki ilginç girişimlerini ve Peygamber Efendimizin onları kırmadan, gücendirmeden nasıl eğittiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Cömert sahâbî Adî b. Hâtim anlatıyor: “'... Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin için...'  âyeti nâzil olunca bir beyaz bir de siyah ip aldım. Onları yastığımın altına koydum, (ama) aralarını ayıramadım. Bunu Resûlullah'a (sav) arz ettim. Efendimiz güldü ve 'Yastığın gerçekten geniş ve uzunmuş! Ondan kastedilen sadece gece ve gündüzdür.'dedi.”

Hz. Peygamber Ramazan orucu dışında da ashâbını bazı günlerde oruç tutmaya teşvik etmiştir. Bu şekilde sair zamanlarda da orucun sabır, paylaşma ve ibadet ikliminden istifade etme fırsatı doğmuştur. Dolayısıyla bu günler, inananların Rablerine karşı hatalarını telâfi etmeleri için bahşedilmiş lütuflardır. Bu anlamda Allah Resûlü Ramazan ayından sonraki Şevval ayında oruç tutulması ile ilgili olarak, “Her kim Ramazan orucunu tutar, sonra buna Şevval ayında altı gün daha eklerse bütün yıl oruç tutmuş gibi olur.” buyurmuştur.

Allah Resûlü ashâbına her ay üç gün oruç tutmalarını tavsiye ediyordu. Bazen kamerî ayların on üç, on dört ve on beşinde de oruç tutmalarını istiyordu. Bu günlere dolunayın parlak olmasından dolayı ak günler (eyyâm-ı bîd) denilirdi. Sözünü sakınmadan söylemesiyle bilinen Ebû Zer'den nakledilen hadiste şöyle buyrulmuştur: “Resûlullah (sav) ayın on üç, on dört ve on beşine denk gelen ak günlerde (eyyâm-ı bîdde) oruç tutmamızı bize emretti.” Ebû Hüreyre'den nakledilen, “Bana dostum (Resûlullah) (sav) üç şey tavsiye etti: Her ay üç gün oruç tutmak, iki rekât kuşluk namazı kılmak ve uyumadan önce vitir namazı kılmak.” şeklindeki rivayetten de Allah Resûlü'nün bir ay içinde üç gün oruç tutmayı tavsiye ettiği anlaşılmaktadır. Hz. Âişe'ye de, “Allah Resûlü ayın hangi günlerinde oruç tutardı?” diye sorulunca da, “Allah Resûlü orucu ayın hangi gününde tuttuğuna çok aldırmazdı.” cevabını vermiştir.

Hz. Peygamber, pazartesi ve perşembe günlerinde oruç tutmayı da tavsiye etmiştir. Hz. Âişe'nin naklettiğine göre, Allah Resûlü pazartesi ve perşembe oruçlarını dört gözle beklerdi. Resûlullah'ın, “Ameller pazartesi ve perşembe günleri Allah'a arz olunur. Ben amelimin arzı sırasında oruçlu olmayı isterim.” ve “İnsanların amelleri pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere her hafta iki defa arz olunur ve her mümin kula mağfiret buyrulur. Yalnız din kardeşi ile aralarında düşmanlık bulunan kul müstesna! (Onlar hakkında), 'Bu iki kişiyi (barışa) dönünceye kadar bırakın ya da geciktirin, denilir.”

RAMAZAN KELİMESİNİN MANALARI

Ramazan “yanmak” demektir

“Ramaz” kelimesi güneşin sıcaklığının şiddetinden gayet kızmasıdır ki böyle pek kızgın yere “ramda” denir. “Ramazan” “ramda” mastarından “yanmak” manasına gelir. Yani kızgın yerde yalın ayak yürümekle yanmak demektir.

Bu aya “Ramazan” denmesinin bir sebebi; bu ayın günahları yaktığıdır.

Bu ayda açlık, susuzluk hararetinden ıstırap çekilir. Veyahut oruç hararetinden günahlar yakılır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Ramazan “yağmur” demektir

Yaz sonunda güz mevsiminin başlangıcında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına gelen “Ramadiyu” masdarından gelir. Bu yağmur yeryüzünü yıkadığı gibi şehr-i Ramazan da ehl-i imanı günahlardan yıkayıp kalplerini temizlediği için bu isim ile isimlendirilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

RAMAZAN AYININ ÖZELLİKLERİ

RAMAZAN AYI KUR’AN AYIDIR

Sene milâdi 610. Kâinatın Efendisi kırk yaşında.

Peygamberimizin yıllardan beri devam edip gelen bir âdetleri vardı: Her senenin Ramazan ayını Hirâ Dağının tepesindeki mağarada tefekkür, ibâdet ve duâ ile geçirirdi. Burası sesiz ve sâkindi. Tefekkürüyle başbaşa kalması için en müsâit yerdi. Cemiyetin bozuk havasından sıkılan mübârek ruhları burada âdeta teneffüs ediyor ve huzur buluyordu.

Ömr-ü Saadetlerinin bu kırkıncı senesinin Ramazan ayını da aynı şekilde Hirâ'da ibadet ve tâatla geçirecekti. Hanımı Hatice-i Kübrâ'nın hazırladığı azığıyla Hirâ Dağına doğru ilerliyordu. Kâinat, o anda âdeta Efendisinin attığı her adımı hürmetle takib ediyor ve derin bir sükûnete gömülü duruyordu. Fakat, bu sükût ve sükûnet mânâsız değildi. İbret ve hikmetle doluydu.

Kâinatın Efendisi, artık sesiz, sâkin ve İlâhi tecelli mazhariyetine erecek Hirâ Dağının tepesindeki mağaradaydı. Burada ibadetiyle, tâatıyla, duâ ve tefekkürüyle meşguldü.

Ramazan ayının on altı gecesi geride kalmıştı.

Ve Ramazanın on yedisi Pazartesi gecesi idi.

Nur Dağı derin ve mânâlı bir sessizliğe bürünmüştü. O civarda her şey de onunla birlikte sessiz ve sâkindi. Konuşulacakları kimbilir dinlemek, söylenenleri âdeta duyabilmek eşsiz mazhariyetine ermek için... Konuşacak olan ile dinleyene belki de hürmet için...

Gecenin yarısı geçmiş idi ve sabah vakti girmek üzereydi. Vahiy meleği Cebrâil (a.s.) en güzel bir insan suretine bürünmüştü. Vahiy meleği Cebrâil (a.s.) Kâinatın Efendisine göründü. Tatlı fakat gür bir sadâ ile hitap etti:

"Oku!.." dedi.

Kâinatın Efendisini hayret ve korku sardı. Yüreği ürperiyordu!

"Ben okuma bilmem!.." diye cevap verdi.

Hazret-i Cebrâil, kendilerini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra, tekrar,

"Oku!.." diye seslendi.

Fahr-i Kâinat aynı cevabı verdi:

"Ben okuma bilmem!.."

Hazret-i Cebrâil, ikinci kere Kâinatın Efendisini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra yine seslendi:

"Oku!.."

Bu sefer Fahr-i Kâinat:

"Ben okuma bilmem, söyle ne okuyayım?.." dedi.

Bunun üzerine melek, Allah'tan aldığı ve Resûlüne teslim etmeye geldiği Alâk Sûresinin ilk ayetlerini başından sonuna kadar okudu:

"Yaratan Rabbinin ismiyle oku. O Rabbin ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku. Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretendir."

Kâinatın Efendisi bizzat konuştuğu lisanla nâzil olan âyetleri kelimesi kelimesine tekrar etti. Artık, inen âyetler Allah Resûlünün hem diline hem kalbine yerleşmişti. O andaki vazifesi sona eren Hazret-i Cebrâil de birden bire kayboluverdi.

Bu şekilde “oku” emriyle başlayan Kur’an’ın inmesi tam 23 sene devam etmiştir. Kur’an bir rahmettir, bir şifadır, bir zikirdir, bir nurdur, öğüttür, nasihattır, inançtır, ibadettir, insanlar arası muameleyi düzenleyendir, hayatımızın her safhasında olması gereken bir kitaptır. Her zaman okunmalı, okunulan hususlar pratiğe yansıtılmalı, çocuklarımıza öğretilmeli, O mükemmel kitabın ölülerden daha çok dirilere hitap ettiği hususu her zaman dikkate alınmalı, Ramazan Ayı gelince Kur’an üzerinde biraz daha yoğunlaşılmalıdır.

RAMAZAN AYI ORUÇ AYIDIR

Oruç; Akıllı, ergenlik çağına ulaşmış ve oruç tutmasına engel bir mazereti olmayan her Müslümanın yerine getirmesi gereken bir ibadettir.

•Oruca Başlama Zamanı;  Oruç imsak ile başlar . İmsak, dinî bir kavram olarak, fecr-i sâdıktan (sabah namazının vaktinin girmesinden), iftar vaktine kadar yemeden, içmeden, cinsel ilişki ve diğer orucu bozan şeylerden uzak durmak, el çekmek demektir. İftar ise güneşin batmasıyla birlikte (Akşam ezanının okunması) oruçların açılmasıdır.

•Oruca ne zaman ve nasıl niyet edilir?; Niyet etmek orucun şartlarındandır. Niyetsiz oruç sahih değildir. Kalben niyet etmek yeterli ise de niyeti dil ile ifade etmek güzeldir. Oruç için sahura kalkılması da niyet sayılır. Ramazan orucu, belli günlerde tutulmak üzere adanan oruçlar ile nafile oruçlar için niyet etme vakti, güneşin batması ile ertesi gün tepe noktasına gelmesi öncesine kadarki süredir . Ancak imsaktan sonra yapılacak niyetin geçerli olması için bu vakitten itibaren bir şey yenilip içilmemiş, oruca aykırı bir iş yapılmamış olması gerekir. Aksi takdirde gündüz niyet caiz olmaz. Bu oruçlar için, “yarınki orucu tutmaya” şeklinde mutlak niyet yeterlidir. Bununla birlikte geceden niyet edilmesi ve “yarınki Ramazan orucuna” şeklinde orucun belirlenmesi daha faziletlidir. Ramazanın her günü için ayrı niyet edilmesi gerekir. Kaza, keffaret ve bir zamana bağlı olmaksızın adanan oruçlar için gün batımından itibaren en geç imsak vaktine kadar niyet edilmiş olmalıdır. Bu tür oruçlara niyet edilirken, “falanca kaza orucuna, keffaret veya adak orucuna” şeklinde belirtilmesi gerekir.

•Sabah ezanı okunmaya başladığında yeme içmeye kısa bir süre devam edilebilir mi? 

Takvimlerde gösterilen “imsak”, oruca başlama vaktini ifade eder. İmsak vakti aynı zamanda gecenin sona erdiği, yatsı namazı vaktinin çıkıp sabah namazı vaktinin girdiği andır. Ezan da imsak vaktinin başlaması ile okunmaktadır. Bu sebeple ezanın başlaması ile yemeyi içmeyi terk etmek gerekir. Ezan başladığı sırada ağızda bulunan lokmanın yutulmasında bir sakınca yoktur.

•Oruç fidyesi ne demektir?

Fidye, bazı ibadetlerin eda edilmemesi ya da edası sırasında birtakım kusurların işlenmesi hâlinde ödenen dînî-malî yükümlülüktür. İbadetlerle ilgili fidye, oruç ve hacda söz konusudur. İhtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan ve daha sonra da kaza etmesi mümkün olmayan kimse, oruç tutamadığı her güne karşılık bir fidye öder. Kur’an-ı Kerim’de, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir fakir doyumu kadar fidye öder.” (Bakara, 2/184) buyurulmaktadır. Bir fidye miktarı, bir sadaka-i fıtır miktarıdır. Sadaka-i fıtır ise bir kişiyi bir gün için doyuracak yiyecek veya bunun para olarak karşılığıdır. Ve bu miktar 2019 yılında Diyanet İşleri Başkanlığımızca kişi başına 23 TL olarak belirlenmiştir. Bu en az miktardır. Durumu iyi olan daha fazla verebilir. Fidye vermek durumunda olan fakat buna maddi imkânı el vermeyen kimse Allah’tan af diler. Başka bir şey yapmasına gerek yoktur. Günler uzun olduğu için oruç tutamayan hasta ya da yaşlılar, kısa günlerde oruç tutabilirlerse tutamadıkları orucu kısa günlerde kaza etmeleri gerekir. Bu durumda olan kimselerin vermiş oldukları fidyeler sadaka sayılır. Oruç fidyeleri, Ramazan ayının sonunda toptan verilebileceği gibi, Ramazan ayı içinde günlük olarak veya Ramazan ayı başında da verilebilir.

•Bayram günlerinde oruç tutulur mu?

Bayram günleri, oruç tutmanın yasak olduğu günlerin başında gelir. Ramazan bayramının birinci gününde ve kurban bayramının dört gününde oruç tutmak tahrîmen mekruhtur.

•Kazaya kalan Ramazan oruçlarının belli bir sürede tutulma zorunluluğu var mıdır?

Ramazan ayında tutulamayan veya başlanıp da bozulan oruçların kaza edilmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’de, “İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar.” (Bakara, 2/184) buyurulmaktadır. Kaza oruçlarının peşpeşe tutulması hakkında herhangi bir delil bulunmamaktadır. Bu oruçların, geciktirilmeksizin bir an önce tutulması uygun olur. Çünkü bu bir Allah hakkıdır. Kişi ne zaman öleceğini bilemez. Ramazan orucunun kazası, oruç tutmanın haram olduğu günler dışında her zaman yapılabilir. Hz. Peygamber(s.a.s.), iki vakitte oruç tutulmayacağını bildirmiştir ki birisi Ramazan bayramının birinci günü, diğeri kurban bayramı günleridir

•Oruçlu kimse abdest alırken hata ile boğazına su kaçırırsa orucu bozulur mu?

Orucun bozulması konusunda hata; abdest sırasında ağzını çalkalarken isteği dışında boğazına su kaçması örneğinde olduğu gibi, orucu bozan fiilin orucu bozma kastına dayalı olmayarak meydana gelmesidir. Orucu bozan fiilin hataen yapılması orucu bozar ve yalnızca kazayı gerektirir. Hataen boğaza su kaçması, oruçlu bulunulduğu hatırda değilken meydana gelirse, unutarak yapılmış hükmünü alır ve oruç bozulmaz. Bir sahabî Resûlullah’a (s.a.s.), “Ey Allah’ın Resulü! Oruçlu iken unutarak yiyip içtim. Orucum bozuldu mu?” diye sormuş. Resûlullah(s.a.s.) da, “(Hayır bozulmadı) Allah seni yedirip içirdi.” cevabını vermiştir.

•Yıkanmak ve denize girmek orucu bozar mı?

Ağız ve burnundan su girip de sindirim organına ulaşmadıkça oruçlu kimsenin yıkanması, orucuna zarar vermez. Nitekim Hz. Âişe ve Ümmü Seleme, Hz. Peygamberin (s.a.s.) Ramazan’da imsaktan sonra yıkandıklarını haber vermişlerdir.  Bu itibarla oruçlu kişi, ağız ve burundan mideye su kaçırmamak şartıyla yıkanabileceği gibi denize de girebilir. Fakat denize giren kimse, yüzme esnasında gelen dalgalar karşısında veya başka bir şekilde su yutabilir. Bu itibarla oruçlu iken denize girmekten kaçınmak daha ihtiyatlıdır.

•Cünüp iken tutulan oruç geçerli midir?

Cünüplük oruç tutmaya engel değildir. İster cünüp olmayı gerektiren hâl, oruca başlanmadan gerçekleşmiş olsun, ister ihtilam olma gibi orucu bozmayan bir sebeple oruçlu iken gerçekleşmiş olsun fark etmez. Ancak cünüp olan kişi, bir an önce yıkanıp temizlenmelidir. Cünüp iken üzerinden bir namaz vakti geçmemelidir. Guslün bir namaz vaktinden daha fazla süreyle ertelenmesi günahtır. Çünkü geciktirilirse namaz terk edilmiş olur.

•Orucu bozan şeyler nelerdir?

Orucun temel unsuru, yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak, nefsi bunlardan mahrum bırakmak olduğu için, oruçlu iken bunlar ve bu anlama gelecek davranışlar orucu bozar. Yemek ve içmek, yenilip içilmesi mûtat olan her şeyi kapsamı içine alır. Sigara, nargile gibi keyif veren tütün kökenli dumanlı maddeler ile uyuşturucular ve tiryakilik gereği alınan tüm maddeler oruç yasakları kapsamına girer. Her ne sebeple olursa olsun, ağızdan alınan ilaçlar da aynı hükme tabidir.

•Orucu bozup sadece kazayı gerektiren durumlar nelerdir?

Yolculuk, hastalık gibi meşru bir mazerete dayalı olarak bozulan orucun, sadece kazası gerekir. Ayrıca, abdest alırken boğaza su kaçması gibi kasıt olmaksızın yemek-içmek; çiğ pirinç gibi beslenme amacı ve anlamı taşımayan, yenilip içilmesi mûtat olmayan veya toprak gibi insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi orucu bozup, sadece kazasını gerektirir.

•Orucu kasten bozmanın hükmü nedir?

Orucu kasten, yani mazereti olmadığı halde bilerek bozmak, Ramazan’ın hürmetine saygısızlıktır ve büyük günahtır. Hz. Peygamber (s.a.s), orucunu bu şekilde bozanların keffâret ile yükümlü olacaklarını belirtmiştir. Oruç keffâreti, iki kamerî ay veya 60 gün ara vermeksizin oruç tutmaktır. Buna da gücü yetmeyen kişi, 60 fakiri bir gün ya da bir fakiri 60 gün doyurur. Bu keffâretin yanında ayrıca, tövbe edilmesi ve bozulan orucun da kazası gerekir

•Unutarak yemek içmek orucu bozar mı?

Unutarak yemek içmek orucu bozmaz. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın, bozmasın. Çünkü onu, Allah yedirmiş, içirmiştir” buyurmuştur. Unutarak yiyip içen kimse, oruçlu olduğunu hatırlarsa hemen ağzındakileri çıkarıp ağzını yıkamalı ve orucuna devam etmelidir. Oruçlu olduğu hatırlandıktan sonra mideye bir şey inerse, oruç bozulur

•Diş fırçalamak orucu bozar mı?

Boğaza su kaçırmadan ağzı su ile çalkalamak orucu bozmadığı gibi diş fırçalamakla da oruç bozulmaz. Bununla birlikte, diş macununun veya suyun boğaza kaçması hâlinde oruç bozulur. Orucun bozulma ihtimali dikkate alınarak, dişlerin imsakten önce ve iftardan sonra fırçalanması, oruçluyken fırçalanacaksa macun kullanılmaması uygun olur

•Kusmak orucu bozar mı?

Miktarı ne olursa olsun kendiliğinden gelen kusuntu orucu bozmaz. Aynı şekilde mideden ansızın ağza yükselip tekrar mideye dönen şeyler de oruca zarar vermez. Kişinin kendi isteği ile ağız dolusu kusması hâlinde ise oruç bozulur.

•Astım hastalarının kullandığı sprey ve astım ilacı orucu bozar mı?

Nefes açıcı sprey kullanmak zorunda kalan astım hastası oruç tutmayabilir. Daha sonra iyileşince tutamadığı günleri kaza eder. İyileşme ümidi kalmamışsa, o takdirde tutamadığı günler sayısınca fidye verir. Bir fidye, Ramazan’da bir kişi için verilen bir fitre miktarıdır. Ancak, nefes darlığı dışında oruç tutmaya engel başka sağlık problemi bulunmayan astım hastaları, soluk almayı rahatlatacak özel spreyi ağızlarına püskürterek oruç tutabilirler. Ağza püskürtülen bu ilaçlar orucu bozmaz. Çünkü bu spreyden bir kullanımda 1/20 ml. gibi çok az bir miktar ağza sıkılmaktadır. Bunun da önemli bir kısmı ağız ve nefes boruları tarafından emilip yok olmaktadır. Bundan geriye kalan miktarın tükürükle mideye ulaştığı konusunda ise, kesin bir bilgi yoktur.

•        Göz damlası orucu bozar mı?

Konunun uzmanlarından alınan bilgilere göre, göze damlatılan ilaç, miktar olarak çok az(1 mililitrenin 1/20’si olan 50 mikrolitre) olup bunun bir kısmı gözün kırpılmasıyla dışarıya atılmakta, bir kısmı gözde, göz ile burun boşluğunu birleştiren kanallarda ve mukozasında mesâmat (gözenekler) yolu ile emilerek vücuda alınmaktadır. Kaldı ki bu işlem yeme içme yani gıdalanma anlamı da taşımamaktadır. Dolayısıyla göz damlası orucu bozmaz.

•        Burun damlası orucu bozar mı?

Tedavi amacıyla buruna damlatılan ilacın bir damlası, yaklaşık 0, 06 cm3 tür. Bunun bir kısmı da burun çeperleri tarafından emilmekte, çok az bir kısmı mideye ulaşmaktadır. Bu da, mazmazadan ( ağzı su ile çalkalamadan) sonra ağızda kalan rutubette olduğu gibi orucu bozacak düzeyde görülmemiştir. Kaldı ki bu işlem yeme içme yani gıdalanma anlamı da taşımamaktadır. Dolayısıyla burun damlası orucu bozmaz.

•        Kulak damlası orucu bozar mı?

Kulak ile boğaz arasında bir kanal bulunmaktadır. Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, ilaç boğaza ulaşmaz. Bu nedenle kulağa damlatılan ilaç orucu bozmaz. Kulak zarında delik bulunsa bile, kulağa damlatılan ilaç, kulak içerisinde emileceği için, ilaç ya hiç mideye ulaşmayacak ya da çok azı ulaşacaktır. Kaldı ki bu işlem yeme içme yani gıdalanma anlamı da taşımamaktadır. Dolayısıyla kulak damlası orucu bozmaz.

•        Kulağın yıkattırılması orucu bozar mı?

Kulak ile boğaz arasında bir kanal bulunmaktadır. Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, su boğaza ulaşmaz. Bu nedenle kulağın yıkattırılması orucu bozmaz. Ancak kulak zarının delik olması durumunda, kulak yıkattırılırken suyun mideye ulaşması mümkündür. Bu itibarla, yıkama sırasında suyun mideye ulaşması hâlinde oruç bozulur

•        Kalp hastalarının kullandıkları dilaltı hapı orucu bozar mı?

Bazı kalp rahatsızlıklarında dilaltına konulan hap, doğrudan ağız dokusu tarafından emilip kana karışarak kalp krizini önlemektedir. Söz konusu hap ağız içinde emilip yok olduğundan mideye bir şey ulaşmamaktadır. Bu itibarla, dilaltı hapı kullanmak orucu bozmaz

•        Her gün hap kullanmak zorunda olan hastaların oruç tutmaları gerekir mi?

Hastalık, Ramazan’da oruç tutmamayı mubah kılan özürlerdendir. Bir kimsenin oruç tuttuğu takdirde hastalanacağı, hasta ise hastalığının artacağı tıbben veya tecrübe ile sabit olursa oruç tutmayabilir. İyi olunca da yalnız yediği günler sayısınca kaza etmesi gerekir. Âyet-i Kerime’ de “Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde oruç tutar” buyurulmuştur. (Bakara, 2/184) Ömrü boyunca bu durumda hasta olan kişiler ise, her gün için bir fidye verirler. Yoksul ve muhtaç kişilerin fidye vermeleri de gerekmez. Zira dinimizde hiç kimse, gücünün üstünde bir sorumlulukla yükümlü tutulmamıştır

•Endoskopi, kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek orucu bozar mı?

Midedeki hastalığı tespit amacıyla mideyi görüntülemek veya mideden parça almak için yaptırılan endoskopide, ağız yoluyla mideye tıbbî bir cihaz sarkıtılmakta ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonlardaki hastalığı teşhis etmek amacıyla, bağırsak içini görüntülemek veya parça almak için yapılan kolonoskopide, makattan bağırsaklara cihaz gönderilmekte ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonoskopide, hemen daima, endoskopide de genellikle, incelenecek alanın temizliğini sağlamak amacıyla cihaz içinden su verilmektedir. Endoskopi veya kolonoskopi yaptırmak; makat veya ferçten ultrason çektirmek; yeme, içme anlamına gelmemekle birlikte, çoğunlukla cihaz içinden su verildiği için oruç bozulur. Ancak söz konusu işlemlerde cihazların kullanımı sırasında sindirim sistemine su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan bir madde girmemesi durumunda endoskopi, kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek orucu bozmaz.

•Biyopsi yaptırmak orucu bozar mı?

Tahlil amacıyla vücudun herhangi bir organından parça alınması (biyopsi), orucu bozmaz

•İdrar kanalının görüntülenmesi, kanala ilaç akıtılması orucu bozar mı?

İdrar kanallarına giren cihazlar veya akıtılan ilaçlar orucu bozmaz.

•Anestezi orucu bozar mı?

Anestezi, nefes yolu veya iğne ile vücuda ilaç verilerek oluşturulmaktadır. Nefes yolu veya iğne ile yapılan anestezi, mideye ulaşmadığı gibi, yeme-içme anlamı da taşımamaktadır. Ancak bölgesel ve genel anestezide, acil durumlarda ilaç ve sıvı vermek amacıyla damar yolu açılarak, bu açıklık işlem süresince serum vermek suretiyle sağlanmaktadır. Bu itibarla, lokal anestezi (sınırlı uyuşturma) orucun sıhhatine engel değildir. Bölgesel ve genel anestezide serum verildiği için oruç bozulur.

•Aşı olmak veya iğne yaptırmak orucu bozar mı?

Oruç; yemek, içmek, cinsel ilişki ve bunların kapsamına giren şeylerle bozulur. Bu sebeple, besin değeri taşımayan aşılar orucu bozmaz. Tedavisi devam eden hastalar, sağlıklarına kavuşup tedavileri sona erinceye kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arz ediyorlar ve oruç tutmalarına da başka bir engel bulunmuyorsa iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Bu imkâna sahip olmayanlar, tedavi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler. Ancak, oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptıranların, ağızdan aşı alanların damardan serum ve kan verilenlerin orucu bozulur. Daha sonra bu oruç kaza edilir.

•Şeker hastalarının uyguladıkları insülin iğnesi orucu bozar mı?

İğnenin orucu bozup bozmayacağı, kullanılış amacına göre değerlendirilebilir. Ağrı dindirmek, tedavi etmek, vücudun direncini artırmak, gıda vermek gibi amaçlarla enjeksiyon yapılmaktadır. Gıda ve keyif verici olmayan enjeksiyonlar, yemek ve içmek anlamına gelmediklerinden orucu bozmazlar. Ancak gıda ve/veya keyif verici enjeksiyonlar orucu bozar. Şeker hastalarının kullandıkları insülin iğnesi bu nitelikte olmadığı için orucu bozmaz. Diğer yandan ehil doktorların, oruç tutmasının sağlık açısından zararlı olacağı teşhisini koyduğu bir hasta, Ramazan’da oruç tutmayabilir. Böyle bir kişi, eğer iyileşme ihtimali varsa orucunu daha sonra kaza etmek üzere bırakır; böyle bir ihtimal yoksa Ramazan ayının her günü için birer fidye verir. İnsüline bağımlı olarak yaşayan hastaların da oruç tutmaları sağlıklarına zarar veriyorsa oruç tutmayabilirler. Tutamadıkları oruçlarının sayısınca her gün için bir fidye verirler

•Oruçlu iken kan vermek ve vücuda kan almak orucu bozar mı?

Ramazan’da oruçlu iken kan verenin orucu bozulmaz. Vücuda kan almak ise, beslenme, gıda alma kapsamına girdiği için orucu bozar.

•Diyaliz uygulamalarında oruç bozulur mu?

Böbrek yetmezliği hastalarına uygulanan diyaliz işlemi sırasında damardan gıda içerikli sıvının verilmesi orucu bozar, aksi halde bozmaz.

•Anjiyo yaptırmak orucu bozar mı?

Halk arasında anjiyo olarak bilinen operasyon, teşhis ve tedaviye yönelik olarak uygulanmaktadır. Anjiyografi vücut damarlarının görüntülenmesi demektir. Damar içine damarların görünür hâle gelmesini sağlayan ve kontrast madde olarak tanımlanan ilaç verilerek, anjiyogram adı verilen filmler elde edilir. Anjiyografi sayesinde organları besleyen damarlar görüntülenerek damar hastalıkları veya bu damarlardan beslenen organlara ait tanı koydurucu bilgiler edinilir. Tedaviye yönelik olarak uygulanan anjiyonun klasik yöntemi anjiyoplastidir. Bu ise, dar veya tam tıkalı damarların balon ya da stent denilen özel araçlarla tekrar açılması için yapılır. Bu bilgiler ışığında gerek anjiyografi, gerekse anjiyoplasti operasyonlarında yemek ve içmek anlamı bulunmadığından, oruç bozulmaz.

•Merhem ve ilaçlı bant kullanmak orucu bozar mı?

Deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri şeyler emilerek kana karışmaktadır. Ancak cildin bu emişi, çok az ve yavaş olmaktadır. Diğer taraftan bu işlem, yeme içme anlamına da gelmemektedir. Bu itibarla, deri üzerine sürülen merhem, yapıştırılan ilaçlı bantlar orucu bozmaz.

•Diş tedavisi yaptırmak orucu bozar mı?

Sırf diş tedavisi sebebi ile oruç bozulmaz. Tedavinin ağrısız gerçekleşmesi için yapılan enjeksiyonlar da beslenme amacı taşımadığı için orucu bozmazlar. Ancak tedavi sırasında yapılan başka işlemler sebebi ile -mesela ağız su ile çalkalanırken- boğaza su, kan veya tedavide kullanılan maddelerden biri kaçarsa oruç bozulur ve kaza edilmesi gerekir.

•Susuz olarak hap yutmak orucu bozar mı?

Oruçlu bir kimse meşru bir mazaret olmaksızın gıda veya ilaç cinsinden bir şeyi ister su ile, ister susuz olarak yer veya içerse orucu bozulur ve keffâret gerekir. Ancak oruç bozmayı mubah kılacak ölçüde bir rahatsızlık sebebiyle ilaç alınmış ise oruç bozulur ve kendisine yalnız kaza gerekir, keffâret gerekmez

•Ramazan ayını ve bayramı başka ülkelerde geçirenler, o ülkelerin hesaplarının/takvimlerinin Türkiye’den farklı olması hâlinde bayramlarını Türkiye’ye göre mi, bulundukları ülkeye göre mi yapmalıdırlar?

Fakihlerin çoğunluğunca tercih edilen görüşe göre; kamerî aylar, hilalin güneş battıktan sonra, yeryüzünün herhangi bir yerinden görülmesiyle başlar.  Günümüzde ayın, hilal hâlinde nerede ve ne zaman görülebileceği, hatasız olarak, hesapla tespit edilebilmektedir. Yurdumuzda ve İslam ülkelerinin çoğunda takvimler bu hesaplamalara göre düzenlenmekte; Ramazan ve bayramlar da buna göre belirlenmektedir. Az sayıda bazı İslam ülkeleri ise, kamerî aybaşlarının tespitinde, ayın hilal şeklinde gökyüzünde görülebilecek hâlde bulunması zamanını değil, kavuşum anını veya hilalin kendi ülkelerinde de görülmesini esas almaktadırlar. İslam âleminde zaman zaman bizden bir gün önce veya bir gün sonra oruca başlayan ve bayram yapan ülkelerin bulunması bu sebepledir. Bu tür içtihat farklılığından doğan uygulamalar kimsenin ibadetine zarar vermez. Bu nedenle başka bir ülkede bulunan bir müslüman, bayramını bulunduğu ülkeye göre yapar. Bayram coşkusunu, bulunduğu yerdeki müslüman kardeşleriyle birlikte yaşar.

•Kadınlar özel günlerinde oruç tutabilirler mi?

Özel günlerindeki bir kadının namaz kılması ve oruç tutması haramdır. Bu durumdaki kadının namazı ve orucu sahih olmaz. Fakihler bu konuda görüş birliği içindedirler. Âdet süresince terk edilen namazların kazâ edilmeyeceği, oruçların ise temizlendikten sonra tutulacağı hususlarında da bütün mezheplerin görüş birliği vardır. Söz konusu icmânın (görüş birliğinin) dayanağı Hz. Peygamberin (s.a.s.) hadisleri ve sahabe uygulamasıdır. Nitekim Hz. Âişe bu konuda kendisine sorulan bir soru üzerine; Resûlullah döneminde âdet gördüklerinde tutmadıkları oruçları kaza etmekle emrolunduklarını, kılmadıkları namazları ise kaza etmekle yükümlü tutulmadıklarını söylemiştir.

•Oruca niyetlenen bir kadın gün içinde âdet görmeye başlarsa ne yapmalıdır?

Kadınlar ay hâli (hayız) ve lohusalık (nifas) denilen özel hâllerinde namaz kılmazlar, oruç tutmazlar. Daha sonra tutamadıkları oruçlarını kaza ederler. Oruca niyetlenen bir kadın, gün içerisinde âdet görmeye başlarsa orucunu bozar, temizlenince bu günün orucunu da kaza eder. İftar vaktine kadar oruçlu gibi davranması doğru değildir. Ancak Ramazanın hassasiyetine riayet ederek başkalarının yanında yiyip içmemesi uygun olur.

•Kadınların Ramazan’da âdet geciktirici ilaç kullanmaları caiz midir?

Âdet hali oruç tutmaya manidir. Bu halde iken tutulan oruç geçerli olmaz. Bununla birlikte ilaç etkisi ile de olsa, akıntı hali olmadıkça âdet hali vuku bulmuş olmayacağından tutulan oruç geçerlidir. Ancak hayız kanı ile vücutta biriken zararlı maddeler dışarı atıldığından, vücudun sıhhati bakımından âdet halini önlemek için ilaç kullanılması tavsiye edilmemektedir.

•Kadınlar gebelik dönemlerinde oruç tutabilirler mi?

Ramazan orucunu tutmamak için geçerli mazeretlerden biri de gebelik veya çocuk emzirmektir. Gebe veya emzikli olan kadınlar, kendilerine yahut çocuklarına bir zarar gelmesinden korkmaları hâlinde oruç tutmayabilirler. Bunlar bir yönüyle hasta hükmünde oldukları gibi, onlara bu ruhsatı tanıyan hadisler de bulunmaktadır. Kendisi dayanabilecek ve çocuk da etkilenmeyecek ise gebe ve çocuk emziren kadın oruç tutabilir. Bu konuda alanında uzman bir hekime danışılması uygun olur. Hamilelik ve çocuk emzirme gibi meşru sebeplerle oruç tutamayan kadınlar, tutamadıkları bu oruçlarını şartların elverişli olduğu başka zamanlarda kaza ederler.

Bir başka uzanır, yoksula eller,

Şefkate râm olur, en katı diller,

Yaş değil müjdedir, gözdeki seller,

Hoşgeldin.. Ey onbir ayın sultanı.

RAMAZAN AYI MUKABELE AYIDIR

Mukabele karşılıklı okuma anlamına geliyor… peki bu anlamlı gelenek nereden geliyor?

Mukabele geleneği doğrudan sevgili peygamberimiz ve Cebrail’in uygulamalrına dayanır. Vahiy Meleği Cebrail, her ramazanda peygamberimize gelir ve Kuran-ı Kerimi okur, o yıl içinde gelen ayetlerin tekrarını yaparlar, peygamberimiz de Cebrail’e okur böylece Kuran-ı Kerim'in sağlamasını yaparlar. Kuranın doğru olarak günümüze gelmesinin delili budur.

Daha sonra Sahabei Kiram bu geleneği sürdürmüş, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de mukabele yapmak, hem halkın hem de saray hanedanının ramazan geleneği olarak devam etmiş. Günümüzde ise rahmet ayı ramazanda müminler bu gelenekle bir araya geliyor, Kur’anı Kerimi hatmediyor.

Kardeşlerim! Elhamdülillah bu kadim ve köklü gelenek bugün de devam ediyor. Ramazan Ayında elimizden geldiğince camilerimizde okunan mukabeleleri takip edelim veya bizzat kendimiz hatim ederek bu güzel geleneği sürdürelim.

RAMAZAN AYI TERAVİH AYIDIR

Sözlükte “rahatlatmak, dinlendirmek” anlamındaki tervîha kelimesinin çoğulu olan terâvîh ramazan ayına mahsus olmak üzere yatsı namazından sonra kılınan namazı ifade eder. Hadislerde “kıyâmü şehri ramazân” (ramazan ayının namazı) veya “ihyâü leyâlî ramazân” (ramazan gecelerinin ihyası) diye anılan bu namaza dört rek‘atta bir dinlenme amacıyla biraz oturulduğundan (tervîha) teravih denmiştir. Zaman içinde, her bir tervîhayı oturup dinlenmek yerine zikir ve salavat gibi nâfile ibadetlerle değerlendirme veya ara vermeden namaza devam etme şeklinde uygulamalar ortaya çıkmıştır. Hanefîler her bir tervîhada oturup dinlenmeyi teravihin ruhuna daha uygun bulurlar. Türkiye’de bu namaz aralarında Hz. Peygamber’e salavat getirilmekte veya ilâhi okunmaktadır.

Resûl-i Ekrem bizzat teravih namazını kıldığı gibi, “Ramazan ayını inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek ihya eden kimsenin geçmiş günahları bağışlanır” hadisiyle bilhassa gece ibadetlerinin ve teravih namazının kastedildiği yorumu yapılmıştır. Bu tür hadislerden hareketle İslâm âlimleri, teravih namazının erkek ve kadın her Müslüman için sünnet olduğu konusunda görüş birliğine varmıştır. Hanefîler, Şâfiîler, Hanbelîler ve bazı Mâlikîler’e göre bu namaz müekked sünnettir. Orucun değil ramazan ayının sünneti olduğundan oruç tutamayanlar da bu namazı kılar. Fıkıh kitaplarında teravihin kadınlar için de sünnet olduğuna vurgu yapılması bu namazı erkeklere mahsus kabul eden bazı görüşlere reddiye amacı taşımaktadır.

Teravih namazını başlangıçta cemaate bizzat kıldıran Hz. Peygamber ümmetinin yükünü arttırabileceği düşüncesiyle bu uygulamadan vazgeçmiştir. Onun bu namazı iki veya üç gün mescidde kıldırdığı, cemaatin gittikçe çoğaldığını görünce mescide çıkmadığı ve bunu Allah’ın farz kılabileceği endişesiyle yaptığını söylediği rivayet edilir. Teravihin tek başına kılınmasına Hz. Ebû Bekir döneminde devam edilmiştir. Bu uygulamanın camide meydana getirdiği dağınıklığı, artık farz kılınma ihtimali bulunmadığını ve Resûl-i Ekrem’in konuyla ilgili sözünden çıkan anlamı dikkate alan Hz. Ömer  Übey b. Kâ‘b’dan cemaate teravih namazı kıldırmasını istemiş ve bu uygulama günümüze kadar sürmüştür.

Teravih namazının rek‘at sayısıyla ilgili sekiz, on, on altı, yirmi, otuz altı, otuz sekiz, kırk gibi sayılar ileri sürülmüştür. Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî fakihlerin çoğunluğu, Hz. Peygamber’in vitir dahil yirmi üç re‘kat namaz kıldığı yolundaki rivayetten ve sahâbe uygulamasından hareketle teravihin yirmi rek‘at olduğu görüşünü benimsemiştir. Teravihin yirmi rek‘at kılınmasına dair rivayet gittikçe güç kazanmış ve İslâm toplumunda gelenek bu doğrultuda gelişmiştir. Özellikle Hz. Ömer dönemindeki uygulamanın bu husustaki etkisini belirtmek gerekir. Hatta ashap buna itiraz etmediğinden teravihin yirmi rek‘at olduğunda sahâbe icmâı meydana geldiği  veya icmâa yakın bir kabul teşekkül ettiği ifade edilmektedir. Ebû Hanîfe, Ahmed b. Hanbel ve Mâlikîler ile Şâfiîler’den bazılarına göre teravih namazını cemaatle kılmak sünnettir ve daha faziletlidir. Diğer taraftan Hanefîler’e göre bu namazın cemaatle kılınması sünnet-i kifâye sayıldığından bir bölge halkı teravihi cemaatle kılmayı bütünüyle terkederse, topluma yönelik sünneti terk sebebiyle günah işlemiş olur (a.g.e., a.y.). Bu fikri savunanlara göre nâfile namazları evde kılmayı tavsiye eden hadis teravihle değil teheccüd namazıyla ilgilidir. Mâlikîler ve Şâfiîler’in çoğunluğu ile Hanefîler’den Tahâvî’ye göre ise mescidleri boş bırakmamak şartıyla teravihin evde kılınması müstehaptır. Teravihin evde kılınmasını daha faziletli gören âlimler de camilerin ihmal edilmemesi gerektiği noktasında birleşmiştir.

Hz. Peygamber’in sünnetinde gece namazlarının ikişer rek‘at kılınması uygulaması öne çıktığından fakihler teravih namazının her iki rek‘atta bir selâm verilerek kılınmasının fazileti konusunda görüş birliği içindedir. Şâfiî mezhebine göre iki rek‘atta bir selâm vermek farzdır, kasten dört rek‘atta bir selâm verilirse namaz bâtıl olur; hata ile yapıldığı takdirde namaz herhangi bir nâfile namaza dönüşür. Hanefîler’e göre yirminci rek‘atın sonunda verilecek tek selâmla kılınan teravih namazı mekruh görülmekle birlikte sahihtir. Mâlikîler’e göre dört rek‘atta bir selâm vermek mekruhtur, bununla beraber namaz sahih olur. Teravih namazında ramazan boyunca bir hatim yapılması Hanefîler ve Hanbelîler’e göre sünnet, Şâfiîler ve Mâlikîler’e göre müstehaptır. Hz. Peygamber ve sahâbe döneminde bu namaz oldukça uzun bir kıraatle eda edilirken tarihî süreç içerisinde insanlara zahmet vermeme kuralından hareketle uzun okumadan vazgeçilmiş ve cemaati çoğaltmanın kıraati uzatmaktan daha yararlı olacağı düşüncesi öne çıkmıştır. Zamanla her rek‘atta uzunca bir âyet veya üç kısa âyetin okunması yeterli görülmüştür. Ancak her durumda namazın âdâbına ve özellikle ta’dîl-i erkâna riayet edilmesi zorunludur; namazın bunu ihlâl edecek biçimde hızlı kıldırılması doğru değildir.

Teravih namazının vakti yatsı namazının arkasından fecre kadar geçen süredir; vitirden sonra kılınması câiz olmakla birlikte uygulamada vitirden önce kılınmaktadır. Hanefîler ve Şâfiîler’e göre teravihin gecenin ilk üçte birlik dilimine veya yarısına ertelenerek kılınması müstehaptır. Hanbelîler ise gecenin ilk vaktinde kılınmasını daha faziletli görmüştür. Teravih namazının eda edilmesi için ezan okunmaz ve kāmet getirilmez; kılamayan kişinin kazâ etmesi gerekmez. Teravih iki rek‘atta bir selâm verilecekse sabah namazının, dört rek‘atta bir selâm verilecekse ikindi namazının sünneti gibi fakat tamamında cehrî kıraatle kılınır. Şâfiîler, Hanbelîler ve bazı Hanefîler’e göre teravih namazında niyetin bu namaz için belirlenmesi gerekli olup mutlak niyet yeterli değildir. Teravih namazı başladıktan sonra camiye gelen kimse önce yatsı namazını kılar, daha sonra teravih namazı için imama uyar. Çünkü teravih yatsı namazına tâbidir ve ondan önce kılınmaz.

Yorgun topraklara, nadas çekilir,

Sabır tohumları, gün gün ekilir,

Mahşerde, meyveye döner dökülür,

Hoşgeldin.. Ey onbir ayın sultanı.

RAMAZAN AYI İTİKAF AYIDIR

Dinî bir terim olarak itikâf akıl sağlığı yerinde ve ergenlik çağına gelmiş bir Müslümanın beş vakit namaz kılınan bir mescitte ibadet/Allah’a yakınlık elde etme niyetiyle bir süre durması demektir. İtikâfa giren kimse, camide yer, içer, uyur ve ihtiyacı olan şeyleri mümkün olduğu takdirde camide tedarik eder. Tuvalete gitmek, abdest almak ve gerekli olduğunda gusletmek gibi tabiî ihtiyaçları için ise camiden dışarı çıkabilir. Bulunduğu camide cuma namazı kılınmıyorsa, cuma namazını kılmak üzere başka bir camiye gidebilir. Cenaze namazı için ise dışarı çıkamaz. Kendisine veya malına bir zarar geleceği korkusuna kapılması ya da zorla çıkarılması hâlinde başka bir camiye gitmek üzere içerisinde bulunduğu cami veya mescidden çıkabilir. Bu zorunlu hâllerin dışında camiden çıkarsa itikâfı bozulur.

Hz. Peygamberin (s.a.s.) Ramazan’da ve özellikle bu ayın son on gününde itikâfta bulunduğunu bildiren birçok hadis-i şerif vardır.

Nafile olan itikâfın en azı bir gündür. Ebû Yusuf en az süreyi, bir günün yarıdan fazlası olarak belirlerken İmam Muhammed itikâf için bir saati de yeterli bulur. Yukarıda izah edildiği şekli ile camide itikâf erkeklere mahsustur. Kadınlar ise evlerinin namaz kılmak üzere belirledikleri bir yerinde itikâfta bulunabilirler.

Şâfiî mezhebine göre ise, mescid dışında itikâf caiz değildir. Kadın, kocasından izin alarak mescitte itikâf yapar. Zira Hz. Peygamberin (s.a.s.) eşlerinin mescidde itikâfa girdikleri rivayet edilmiştir (Müslim, İtikâf, 6). Bu mezhebe göre itikâf sırasında oruçlu bulunmak da şart değildir.

RAMAZAN AYI KADİR GECESİNİ İÇİNDE BARINDIRAN BİR AYDIR

Kadir Gecesi, İslam'ın en şerefli, en faziletli ve en ihtişamlı gecelerinden en başta gelenidir. Kadir Gecesi, İslam güneşinin, Kuran meşalesinin dünyayı aydınlatmaya başladığı mübarek bir gecedir. Bu gece, kalbi Kuran nuru ve peygamber müjdesi ile parlayan, alnı secde izleri ile nurlanan müminler için af ve mağfiret gecesidir.

Bu gece melekler yeryüzüne inerken bereket ve rahmette iner, Kuran okunduğu zaman melekler yeryüzüne inerler. Bu gece her iş için bir selamet ve saadet gecesidir. Bu gece selamet gecesidir. Şeytan bu gece Müslümanlara kötülük yapmaya ve eziyet vermeye güç yetiremez. Bu gece çakıl tanelerinden daha çok sayıda melekler yeryüzüne inerler. Bu gece ibadet edip, gündüz oruç tutmak, gece kıyam etmek (geceyi ibadetle geçirmek) bin aydan daha hayırlıdır.

Peygamberimiz Hazreti Muhammed Kadir Gecesi için şöyle buyuruyor;

"Kim Kadir Gecesi'nde inanarak, ihlas ile o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır."

Kardeşlerim! Rabbim Teravihiyle, iftarıyla-sahuruyla, mukabelesiyle, itikafıyla, fıtır sadakasıyla, Kadir Gecesiyle bir rahmet ve merhamet iklimi olan Ramazan Ayını en güzel şekilde değerlendirmeyi bizlere nasib eylesin. Ramazan Ayının ülkemiz, milletimiz, gönül coğrafyamız, tüm insanlar ve 19 Mayıs’lı kardeşlerimiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimizden temenni ederim.

Yürekler bir başka, hislenir şimdi,

Beden değil, ruhlar beslenir şimdi,

Ezanlar bir başka, seslenir şimdi,

Hoşgeldin.. Ey onbir ayın sultanı.

RAMAZAN-I ŞERİFİNİZ BEREKETLİ OLSUN…….

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve 19mayisgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.